Kasaba halkı Aslanbeylerin tutuklanmasından sonra derin bir nefes aldı. Ancak Eylül için bu sadece bir zaferin başlangıcıydı. Babasının defterinde hâlâ açılmamış sayfalar vardı. Defterin ortasında eski bir belge buldu.
Belgede şu yazıyordu:
“Kasabanın kaybolan 12 kişisi…”
Eylül bu isimlere bakınca dondu kaldı. Hepsi son 30 yılda bir şekilde göl yakınında kaybolmuştu. Leyla bu listedeki ilk isimdi. Babası bu kayıpların da peşindeydi.
Eylül kasabanın yaşlılarından biriyle konuşmaya karar verdi. 80 yaşındaki Halil Dede, gözlerinde yılların yükünü taşıyan bir adamdı. Onunla göl kenarında buluştu.
“Sen babanı bilmezsin kızım,” dedi Halil Dede, “Ahmet delikanlıydı, gölün lanetini herkese anlatmaya çalıştı. Ama bu kasaba, korkusundan gerçeği susturdu.”
Eylül şaşkındı. “Lanet mi?”
“Evet… Aslanbeylerin gücü sadece paradan gelmedi. Onlar yıllardır bu gölde bir şey saklıyor. Kayıplar… onların kurbanlarıdır.”
Eylül, listedeki isimlerden birine odaklandı: Ali Demir, 10 yaşında bir çocuk, 1998’de kaybolmuş. Ali’nin annesini buldu, yıllar önce aklını kaybetmiş bir kadınla karşılaştı. Kadın, evinin duvarına çivilediği fotoğraflara bakarak ağlıyordu.
“Oğlumu göle verdiler,” dedi kadın. “Aslanbeyler uğursuzluk gitsin diye çocukları kurban etti.”
Eylül’ün kanı dondu. Bu sır, kasabanın karanlığını bambaşka bir boyuta taşıyordu.
Aslanbey ailesi hapisteydi ama onların yerine gölgede başka bir güç ortaya çıktı. Yusuf Kara adında eski bir ortak, Aslanbeylerin yerine kasabada hakimiyet kurmaya çalışıyordu. Yusuf Kara, Eylül’ün babasıyla geçmişte düşman olmuş, fabrikanın kirli işlerini yöneten kişiydi.
Bir gece Eylül’ün kapısına bir not bırakıldı:
“Sırları kurcalamayı bırak. Yoksa babanın kaderini yaşarsın.”
Eylül, Yusuf Kara hakkında bilgi toplarken gizemli bir adamla tanıştı. Adamın adı Deniz’di. Kasabaya yeni taşınmış gibi görünüyordu ama gözlerinde garip bir tanıdıklık vardı.
“Babanı tanıyordum,” dedi Deniz. “O, Leyla’yı kurtarmak için tek başına savaştı. Ben onun en yakın arkadaşıydım ama korkumdan yanına gidemedim.”
Eylül şüpheyle baktı. “Şimdi neden ortaya çıktın?”
“Çünkü Yusuf Kara seni öldürmek istiyor. Ve ben, babana olan borcumu ödemek istiyorum.”
Yusuf Kara, kasabada yeni bir dehşet yaratıyordu. Göl kıyısında gizli toplantılar düzenliyor, halkı tehdit ediyordu. Eylül bu adamı durdurmak için Deniz’le birlikte hareket etmeye karar verdi.
Deniz ona gizli bir dosya verdi. Dosyada Yusuf’un yıllar önce işlediği cinayetlerin belgeleri vardı.
“Bunları sakla,” dedi Deniz. “Bu kasabayı yakacak gerçekler bunlar.”
Eylül ve Deniz, Yusuf’un göl kenarındaki malikanesine gizlice girdi. İçeride eski fotoğraflar ve kurbanların isimlerinin yazılı olduğu bir liste buldular. Liste çok uzundu…
Eylül’ün elleri titredi. “Bu… bir katliam listesi gibi.”
Tam çıkacaklarken silahlı adamlar kapıyı kapattı. Yusuf Kara salona girdi, yüzünde alaycı bir gülümseme vardı.
“Baban da böyle köşeye sıkışmıştı,” dedi Yusuf. “Ondan farklı olarak, senin kaçacak yerin yok.”
Eylül, Deniz’in yardımıyla arka pencereden atladı. Ormanın içinden kaçarken mermiler etraflarında vızıldadı. Eylül bir ağacın arkasına sığınırken Deniz bağırdı:
“Koş, Eylül! Kanıtları kasabaya ulaştır!”
Eylül koşarak göl kıyısındaki eski kulübeye ulaştı. Orada babasının eski daktilosunu buldu. Mektup yazar gibi Yusuf’un suçlarını tek tek kaydetti.
Babasıyla ilgili yeni bir gerçeği öğrendi: Ahmet Kaya, yıllar önce Yusuf Kara’nın fabrikasındaki yasadışı işlerin belgelerini toplamıştı. Bu yüzden öldürülmüştü.
Eylül, babasının “Beni unutma” dediği son ses kaydını dinlerken gözyaşlarına boğuldu.
Eylül ve Deniz, Yusuf Kara’yı ortaya çıkarmak için bir plan yaptı. Kanıtları polise ulaştıracak, aynı zamanda kasaba meydanında Yusuf’un suçlarını halka anlatacaktı.
“Bu sefer ya kazanacağız ya öleceğiz,” dedi Deniz.
Meydan bir kez daha dolmuştu. Eylül mikrofonu aldı, Yusuf’un tüm suçlarını tek tek anlattı. Kanıtları büyük bir ekranda insanlara gösterdi. Halk öfke içinde Yusuf’un adamlarına saldırmaya başladı.
Yusuf silah çekti, kalabalıkta panik oldu. Tam Eylül’e ateş edecekken Deniz araya girip onu etkisiz hale getirdi. Polis Yusuf’u gözaltına aldı.
Kasaba bir kez daha kurtulmuştu ama Eylül içindeki boşluğu dolduramıyordu. Göl hâlâ fısıldıyordu:
“Hikâye bitmedi…”