Göl kenarında rüzgâr uğuldayarak esiyordu. Eylül, Yusuf Kara’nın yakalanmasının ardından huzur bulması gerekirken içini garip bir korku kaplamıştı. Geceleri babasının sesini duyuyor gibi oluyordu.
“Eylül… bitmedi…”
Defteri açtığında babasının yazmadığı yeni satırlar buldu. Oysa defter kapalıydı. “Kuzey ormanında gizlenmiş olan sır, her şeyi değiştirecek,” yazıyordu.
Deniz, Eylül’ü buldu.
“Bu defterdeki yazılar garip,” dedi. “Babanın el yazısına benziyor ama sanki ölümünden sonra eklenmiş.”
Eylül korkuyla defteri elinde tuttu. “Baba… hâlâ bir şey mi anlatmaya çalışıyor?”
Bunun üzerine kuzey ormanına gitmeye karar verdiler. Ormanın derinliklerinde bir kulübe buldular. Kulübe terk edilmiş gibi görünüyordu ama içeride tozlu bir masa üzerinde eski bir günlük duruyordu. Günlüğün kapağında şu yazıyordu:
“Ahmet ve Leyla’nın sırları.”
Günlüğü açtıklarında içindeki bazı sayfaların kan lekesiyle kaplı olduğunu gördüler. Leyla, bu günlüğe ölmeden önce yazılar yazmıştı.
“Eğer bir gün bu satırları okuyan olursa bilsin ki… gölde sadece ben yoktum. Yusuf Kara, başka kurbanlar da verdi. Kan gölüne döndü burası.”
Eylül’ün gözleri doldu.
“Demek ki Yusuf sadece Leyla’yı değil, onlarca kişiyi öldürdü…”
Kasabada biri Eylül’ü sürekli izliyordu. Kim olduğunu bilmiyordu ama adımlarının arkasından gelen gölgeleri hissediyordu. Bir gece penceresinin önüne bir kağıt bırakıldı:
“Defteri teslim et, yoksa Deniz’i öldürürüm.”
Eylül panikle Deniz’i aradı ama telefon kapalıydı. Deniz ortadan kaybolmuştu.
Bir iz bulmak için kasabanın terk edilmiş değirmenine gitti. Orada Deniz’in saatini buldu. Etraf kan izleriyle doluydu.
“Onu kim aldı?” diye bağırdı.
O sırada arkasında karanlık bir siluet belirdi: Yusuf Kara’nın adamlarından biri. “Bu daha başlangıç. Yusuf içeriden bile yönetiyor. Deniz onun elinde.”
Eylül, Deniz’i kurtarmak için kasabanın en tehlikeli bölgesine gitti. Gölün altındaki eski tünellere inmesi gerekiyordu. Babasının defterinde tünellerin haritası vardı.
Karanlık tünellerde ilerlerken yankılanan ayak sesleri duydu. Suyun damlaması bile korkunç geliyordu.
Tünelin en sonunda Deniz’i buldu. Elleri kelepçelenmiş, baygın bir haldeydi. Eylül onu kurtarmak için uğraşırken tünelin girişinde silahlı adamlar belirdi.
“Kaçacak yerin yok,” dediler.
Eylül, tünelde bulduğu paslı bir demirle kendini savundu. Kanlı bir mücadele başladı. Deniz ayıldığında ona yardım etti ve birlikte tünelden çıkmayı başardılar.
Kasabaya döndüklerinde, Eylül’ün en güvendiği kişilerden biri olan Halil Dede’nin aslında Yusuf Kara’ya çalıştığını öğrendiler.
Halil Dede gülerek söyledi:
“Ben olmasam Yusuf şimdiye kadar yakalanmazdı. Siz de hayatta kalamazdınız. Çünkü oyun bitmedi.”
Eylül, defterdeki son ipucunu çözdü: Gölde saklı eski bir mahzen vardı. Babası yıllar önce orada kanıtları toplamıştı. Deniz’le birlikte gölün ortasına gittiler. Dalış yaptıklarında yosunlarla kaplı dev bir kapı buldular. Kapıyı açtıklarında içerisi kemiklerle doluydu.
Leyla’nın kayıp bileziği oradaydı.
“Bu… Yusuf’un mezarlığı gibi,” dedi Eylül titreyerek.
Artık Yusuf’un tüm suçlarını kanıtlayacak belgeler ellerindeydi. Ama bu sır, kasabanın tarihini tamamen değiştirecekti.