Kasabada son günlerini yaşıyordu Eylül. Göl artık sessizdi, Yusuf’un kaybolması ve Halil Dede’nin tutuklanmasıyla kasaba rahatlamış görünüyordu.
Deniz ona sordu:
“Burada kalmak istiyor musun?”
Eylül göle bakarak cevapladı:
“Hayır… Burada her taşın altında babamın acısı var. Kaçsam bile geçmişim içimde.”
Birlikte büyük şehre gitmeye karar verdiler. Ancak Eylül, babasının defterinden kopmuş son bir sayfayı cebine koydu. O sayfada şu cümle vardı:
“İstanbul’da eski dostum Selim’e güven.”
İstanbul’a vardıklarında gökdelenlerin gölgesi altında kaybolmuş gibi hissettiler. Kasabanın sessizliğine alışmış Eylül için şehir gürültüsü boğucu geldi.
Deniz onu küçük bir otele yerleştirdi.
“Burada bir süre kalalım,” dedi.
Eylül, gece camdan şehre bakarken kendi kendine fısıldadı:
“Baba, bu şehirde ne sırların var?”
Babası Ahmet’in dostu Selim, İstanbul’un kenar mahallelerinden birinde yaşıyordu. Onu bulduklarında Selim şaşkınlıkla Eylül’e baktı.
“Ahmet’in kızı… gözlerin tıpkı onun gibi,” dedi.
Eylül merakla sordu:
“Babamın burada nesi vardı?”
Selim’in yüzü gerildi.
“Ahmet, kasabadan önce burada büyük bir yolsuzluk davasının peşindeydi. Bazı tehlikeli adamların isimlerini topladı.”
Selim, Ahmet’in yıllar önce bıraktığı eski bir çanta çıkardı. Çantanın içinde sararmış belgeler, ses kasetleri ve siyah beyaz fotoğraflar vardı.
Eylül belgeleri incelerken bir isme takıldı: “Cemil Karaca.”
“Bu adam kim?” diye sordu.
Selim sessizce cevapladı:
“İstanbul’un en tehlikeli mafya liderlerinden biri. Ahmet, onun sırlarını ortaya çıkaracaktı.”
Aynı gece otele döndüklerinde kapılarının altından bir not buldular:
“Ahmet’in izini sürerseniz sizin sonunuz da onunki gibi olur.”
Deniz sinirle kağıdı buruşturdu.
“Yine başlıyor… Geçmiş peşimizi bırakmıyor.”
Eylül gözlerini kararttı.
“Baba bir dava uğruna öldüyse, ben yarım kalan o davayı bitireceğim.”
Cemil Karaca’nın adamları kısa sürede peşlerine düştü. Bir gece pazarında takip edildiler. Deniz, Eylül’ü korumak için dar bir sokakta adamlarla dövüşmek zorunda kaldı.
Eylül, korkudan titreyerek fısıldadı:
“Deniz… ya sen de babam gibi ölürsen?”
Deniz ona sarıldı.
“Senin için her şeyi göze alırım.”
Selim, Ahmet’in Cemil Karaca hakkında gizlice kaydettiği bir kaset verdi. Kasette Cemil’in cinayet ve rüşvet itirafları vardı.
“Bu kaseti bulurlarsa seni de öldürürler,” dedi Selim.
Eylül kaseti eline alınca içinden bir ürperti geçti. “Bu… babamın son kanıtı.”
Bir gece Cemil Karaca’nın adamları oteli bastı. Eylül ve Deniz, çatıdan atlayarak kaçmak zorunda kaldılar. Yağmurlu sokaklarda saatlerce koştular.
Sonunda Selim’in eski bir sığınağına saklandılar.
Eylül nefes nefese yere oturup ağladı:
“Baba, senin başladığın her şey bizi ölüme sürüklüyor.”
Deniz elini tuttu. “Yaşayacağız. Söz veriyorum.”
Selim’in aslında Cemil Karaca’yla gizli bir anlaşma yaptığını öğrendiler. Selim onlara gülümsedi:
“Ahmet’in dosyası çok değerliydi. Onu satarsam hayatım kurtulacak.”
Deniz öfkeyle Selim’i duvara yasladı.
“Sen Ahmet’e ihanet ettin. Bir daha Eylül’ün yanına yaklaşmayacaksın!”
Artık İstanbul’da kalmaları imkânsızdı. Eylül ve Deniz, Cemil Karaca’nın peşlerini bırakmayacağını biliyordu.
“Baba bu şehirde de savaşmış. Ben de kaçmayacağım,” dedi Eylül.
Deniz bir plan yaptı:
“Kaseti polise ulaştıracağız. Ama önce Cemil’i yüz yüze bulmamız lazım.”
Gecenin karanlığında, İstanbul’un arka sokaklarında yeni bir mücadele başlıyordu. Gölün laneti bitmişti ama şehrin karanlığı daha tehlikeliydi.