İstanbul’un gece sokakları yağmurla yıkanmış, kaldırım taşlarının arasından yükselen buğular, sanki şehrin gizlediği karanlık sırların nefesi gibiydi.
Eylül, sırtındaki çantada babasının kasetini ve defterini sıkıca taşıyordu. O defter artık onun için sadece bir hatıra değil, bir silah gibiydi. Babasının yarım bıraktığı savaşın canlı kanıtıydı.
Deniz, onun yanındaydı. Üzerinde siyah deri mont, gözlerinde sert bir bakış vardı. Elini Eylül’ün omzuna koyarak fısıldadı:
“Beni dinle Eylül… Cemil Karaca sıradan biri değil. İstanbul’un altını üstüne getiren bir adam. Biz onun için birer hedefiz.”
Eylül yağmur damlalarının yüzünden süzülüşünü hissetti. “Biliyorum. Ama korkmayacağım. Babam korkmadı, ben de korkmayacağım.”
Göz göze geldiler. O anda ikisinin de kalbinde tek bir şey vardı: hayatta kalmak ve gerçeği ortaya çıkarmak.
İstanbul gündüz başka, gece başka bir şehirdi. Eylül ve Deniz, Selim’in ihanetinden sonra kendilerini şehrin arka sokaklarında kaybetmişti. Her köşe başında bir tehdit vardı.
Terk edilmiş bir depoya girdiler. İçeride kırık camların arasından süzülen ay ışığı, yere serpilen su birikintilerini gümüş gibi parlatıyordu.
Eylül, nefesini tutarak etrafı dinledi. “Sanki birileri bizi izliyor.”
Deniz silahını kontrol etti. “Haklısın. Burada fazla kalamayız. Cemil’in adamları her yerde.”
Depoda dolaşırken, eski bir dolabın içinden paslı anahtarlar, kırık bir saat ve sararmış bir fotoğraf çıktı. Fotoğrafta Ahmet vardı, yanında tanımadıkları bir kadın.
Eylül, fotoğrafa dokundu. “Baba… senin İstanbul’daki hayatın kim bilir ne sırlar saklıyor.”
Tam fotoğrafı incelerken dışarıdan motor sesleri duyuldu. Birkaç saniye içinde depoya ağır adımlarla giren siyah giyimli adamlar, el fenerlerini Eylül ve Deniz’in yüzüne doğrulttu.
“Cemil Bey selam gönderdi,” dediler.
Deniz, Eylül’ü arkasına aldı. “Koş!” diye bağırdı.
Eylül koşarken cam kırıkları ayaklarını kesti. Kan, yağmurla karışarak yerde iz bıraktı. Adamlar arkalarından kurşun sıkıyordu.
Deniz, bir varilin arkasına gizlenip ateş eden adamlara karşılık verdi. Çatışmanın sesi depoyu inletti. Eylül’in kalbi küt küt atıyordu.
“Baba… yardım et,” diye fısıldadı.
Zor da olsa kaçtılar ama Eylül’ün omzunu kurşun sıyırmıştı. Geceyi bir otel odasında geçirdiler.
Deniz, yarasını temizlerken onun titreyen ellerini tuttu.
“Bu savaş bizi öldürebilir Eylül,” dedi.
Eylül gözlerini ona dikti. “Ölmeyi göze almazsam babamın adını temize çıkaramam.”
Deniz, onun cesaretine hayran kaldı. Sessizce elini saçlarına götürdü. “Sen, babandan daha güçlü birisin.”
Ertesi sabah otelin kapısının altından bir zarf atıldı. Zarfın içinde bir USB bellek vardı. Belleği açtıklarında Cemil’in videosu çıktı.
“Kaçabileceğinizi mi sandınız?” dedi Cemil. “Bana kaseti getirin. Yoksa hem sizi hem de kasabanızı yakarım.”
Eylül, dişlerini sıktı. “O kaseti sana asla vermeyeceğim.”
Deniz, “O zaman hazırlıklı olmalıyız. Bu bir ölüm oyunu,” dedi.
İstanbul’un yeraltı dünyasına girmek kolay değildi. Tarık adında gizemli biri, onlara yardım edeceğini söyledi.
“Cemil, eskiden benim düşmanıydı,” dedi Tarık. “Ahmet’i de tanırdım. Cesur bir adamdı. Onun kızı olmak kolay değil.”
Eylül, Tarık’ın gözlerine baktı. “Babamı iyi tanıyorsan bana yardım et. Bu savaşı bitirelim.”
Tarık onları eski bir gecekonduya götürdü. Duvarlarda Ahmet’in çektiği eski fotoğraflar asılıydı. Tarık hüzünle konuştu:
“Ahmet, Cemil’in kirli işlerini ortaya çıkarmak için canını verdi. Ben korkup kaçtım. Bu benim en büyük günahım.”
Eylül gözyaşlarını tutamadı. “Babam tek başına savaştı. Şimdi biz onun yerine bu savaşı bitireceğiz.”
Tarık’tan aldıkları bilgilerle Cemil Karaca’nın deposuna gittiler. Ama kapıdan içeri adım atar atmaz anladılar ki bu bir tuzaktı. Kapılar kilitlendi, patlayıcılar geri sayım yapıyordu.
Deniz panikle telleri kesmeye çalışırken Eylül babasının defterini açtı. Defterin kenarına yazılmış eski bir şifre vardı.
“Belki bu kod bombayı durdurur,” dedi.
Dakikalarla yarışarak doğru şifreyi girdiler ve patlamayı son anda engellediler. İkisi de yere oturup nefes nefese kaldı.
“Baba… bizi korudun,” dedi Eylül, gökyüzüne bakarak.
Ertesi gece Cemil’in villası önünde büyük bir çatışma yaşandı. Deniz, adamlarla tek başına savaştı. Kurşun sesleri gecenin sessizliğini deldi.
Eylül, kaseti çantasına koyup villanın içine gizlice girdi. Her adımında kalbi daha hızlı çarpıyordu.
Villanın en üst katında Cemil onu bekliyordu. Elinde bir tabanca, yüzünde kibirli bir gülümseme vardı.
“Ahmet’in kızı… Tıpkı baban gibi dik kafalısın,” dedi.
Eylül dik durdu. “Babama ne yaptığını biliyorum.”
Cemil kahkaha attı. “Onu ben öldürdüm, çünkü o fazla dürüsttü.”
Eylül’ün gözlerinden öfke aktı. “Bu defa adalet kazanacak!”
Cemil bir video açtı. Videoda Ahmet’in son anları vardı. Halil Dede ile Cemil’in konuşması her şeyi ortaya çıkarıyordu:
“Ahmet çok şey biliyor. Onu susturmalıyız.”
Eylül ağlamaya başladı. “Baba…”
Cemil alaycı bir gülümsemeyle, “Şimdi sıra sende,” dedi.
Deniz içeri girip Cemil’e saldırdı. Üçü de boğuşmaya başladı. Tabanca yere düştü, odanın içinde masa devrildi, camlar kırıldı.
Sonunda Cemil yere düştü, bilekleri bağlandı.
Eylül, kaseti eline alarak fısıldadı: “Bitti.”
Polisler geldi ve Cemil Karaca’yı götürdü. Eylül ve Deniz villanın yıkık salonunda oturup birbirlerine sarıldılar.
“Bitti mi?” diye fısıldadı Eylül.
“Belki de yeni başladı,” dedi Deniz.
İstanbul’da birkaç gün sessizlik hakimdi. Polisler Cemil’in iş ortaklarını yakalıyordu. Eylül, Boğaz kıyısında gün doğumunu izledi.
“Baba, başardık,” dedi.
Eylül, babasının defterine yeni bir cümle yazdı:
“Ahmet Kaya’nın kızı, artık kendi hikâyesini yazmaya başlıyor.”
Deniz gülümsedi. “Bu kitap dünyayı sarsacak.”
Kasabadan uzaklaşıp İstanbul’un kalabalığında kaybolmak istediler ama Eylül gölü unutamıyordu.
“Orası hem lanetim hem de mucizem,” dedi.
Deniz başını salladı. “O zaman oraya dönüp veda edelim.”
Yola çıktılar. Dağ yolları, yağmurlu gökyüzü ve eski hatıralar Eylül’ün zihnini dolduruyordu.
Gölün kıyısına geldiklerinde su hâlâ sessizdi.
“Baba, işte geri döndüm,” dedi Eylül.
Leyla’nın mezarına gidip beyaz bir çiçek bıraktı.
“Senin için de adalet sağlandı,” dedi.
Sanki rüzgar Leyla’nın adını fısıldadı.
Eylül yeni defterini açtı ve yazdı:
“Bir gölde başladı her şey. Su, kanla karıştı. Ve ben, yeniden doğdum.”
Deniz ve Eylül, gölün kıyısında son kez oturup güneşin batışını izlediler.
“Artık yeni bir hayat kuracağız,” dedi Deniz.
Eylül gülümsedi. “Evet. Ama bu hikâyeyi yazmadan hiçbir yere gitmem.”