28
Büyük dağın gür ormanları üzerinde kartallar ve atmacalar uçar, yalçın kayaların uğultusu köyümüzden duyulur gibi olurdu... İşte o günlerde köye sekiz on atlı grup geldi. Zabit olduğu anlaşılan bu kişiler seferberlik emrini muhtarın yanında köye ilan ettiler. Köyden bir çok kişi askere alındı. Benim yaşım küçük olduğu için tüm israrlarima rağmen askere almadılar... Seferberlik ile köyün o eski canlılığı azalmış yerini asker türküleri katılı hasret mektupları kalmıştı..
Çoruh'un gürül gürül akan suları hızla taşlara çarpıp iyice köpürüyor,
atların dağları titreten sesleri çok uzaklardan duyuluyordu... O atlılardan biri de Ruslara ve Ermenilere karşı amansızca savaşan Kazım Karabekir Paşanın XX. Kolordusunda görev yapan Murat Çavuşu. İki metreyi aşan boyu ve zayıf cüssesiyle görenin kolay unutacağı bir insana benzemiyordu. Zira çok iyiliksever olduğu gibi daha bir çok anlatmadığı iyi hasletleri vardı... Murat Çavuşun mesleği askerlikti. Seferberliğin çok önceleri, içine bir hasretlik oturmuş ve yârini annesi ile babasını göresi gelmişti. Komutanından izin alıp yola düştüğünde başına geleceklerden habersizdir. İzni bitmesine yakın köye hakim bir tepeden uzakları izlediği bir gün, askerler yolunu kesmiş ve askerden kaçtığı gibi ağır bir iftira ve yalan söylemişlerdi ona. Murat çavuş ise ne diller dökmüş lakin nafile anlatamamış derdini... Askerden izinli olduğunu anlatan belgeyi de göstermesine rağmen askerler inanmamış ona... Hapislere düşmüş. Seferberlik ilan edildiği günlerden bir hafta sonra kursuna dizileceği bildirmiş kendine. Kazım Karabekir Paşanın ise o arada Erzurum dan hareketi denetlemek için yola koyulmuş... Herkesle tek tek ilgileniyormuş. Murat Çavuşu infazının gerçekleşeceği bir gün nasıl olduğu bilinmez Kazım Karabekir Paşanın emri ile hapisten kurtulmuş. Nasıl sevindiği ve dualar ettiği yakınlarınca hep anlatılır olmuş. İstiklal Savaşının sonunda Murat Çavuş'u istiklal madalyası ile onurlandırılmış ve bir de teşekkür mesajı yayınlanmış. Bunu da bizzat Kazım Karabekir Paşa kaleme almış...
Uzun seneler, vatani için yaptığı kahramanlıkları herkesten gizlediğini bir çok kişi biliyordu... Aslında onun gibi bir çok kahraman asker de vatani için birçok fedakarlıklar yapmış, eşini, evini, memleketini unutmuş ve bilmediği coğrafyalarda vatanına bekası için mücadeleye girişmişti...
Güneş tutulmasından sonra köydeki büyük yangında hemen herkes evlerini ambarlarını ve hayvanlarını yitirmişti. Köy tanımaz halde idi. Biz de ardıç ağaçlarını gölgesinde köyü bir canavar gibi yutan yangının sönmesini gözyaşları ile bekledik... Bekledik diyorum. Çünkü o zamanlar itfaiye köylere henüz ulaşamıyordu.
Büyük dedemin istiklal madalyası ne yazık ki bu yangında küle döndü... Yıkılan evde ona ait hiçbir iz yoktu artık.. Büyük dede dair tek ani da yangın ile bir daha geri gelmez şekilde silinmişti... O yıl ve sonraki yıllar adeta köyün yeniden inşası şeklinde geçti...Bir yandan ustalar köyün evlerini yapıyor bir yandan da yaralar sarılmaya çalışılıyordu... Çoruh ise sanki her şeyden habersiz gibi her günkü gibi akıyor rengi kimi zaman kül rengi akarak bize derdimizi hatırlatiyordu...
...