Giriş yap! Hesap oluştur!
Nedir?
Ara
Şifreni mi unuttun?
39 Sonbaharla birlikte sararmış ceviz, dut ve nar agaclari - Sözümoki
12 Aralık 2019, Perşembe 15:15 · 455 Okunma

39



Sonbaharla birlikte sararmış ceviz, dut ve nar ağaçlarının güneş rengi yaprakları tüm yol kenarları ve evlerin bahçelerini süslemekteydi... Tumpu boydan boya saran ısırgan otları yemyeşil yaprakları ile sonbaharda bile göz alıcıydı. Hemen yanında yalnız  bir armut ağacı zamanı dinliyor gibiydi. Havada ise saksağanların neşeli sesleri dedemlerin evinin bu küçük bahçesine büyük mutluluk katıyordu...
Fasulyeler ile mısırlar ise bahçenin diğer köşesinde görenleri hayranlık uyandıracak bir güzellikte bulunuyordu... Evin arkasında ise büyük bir kiraz ağacının yer aldığı ve iki katlı bir ev vardı. Bu ev Maşşap dede ve Sultan nenenin eviydi. Maşşap Mehmet Dede vaktiyle nalbantlıkla uğraşmıştı ve kimi zaman ata veya katıra nal çakar kim zamanda öküzlere nal çakardı...  Bunların yanında kırık çıkık isiyle uğraşır ve tüm köyün uğradığı bir kişi olmuştu. Maşşap  Mehmet dede  bir yıl önce de ebedi aleme göçmüştü... Bu evi bin bir güçlükle yaptıkları dün gibi aklına geliyordu Sultan nenenin...
Gözünün yaşı bir türlü dinmemişti bu ayrılık sonrası... Bu gün evin bir bölümü daha yıkılmıştı.... Neyse ki Sultan nene kışları kızlarının yanına İstanbul'a giderek orada kalırdı... Hiç mi hiç sevmezdi İstanbul'u. Lakin ne gelir elden, eşi gideli beri artık hayat ona bir anlam ifade etmez olmuştu. İlkbahar sonu köye gelen Sultan nene, evinin yıkılışı ile ne kadar üzüldü bilemezsiniz... Nenem onu misafir etti bir süre... Bir çekingen ve biraz da kaderine ağladığı her halinden belli oluyordu... Vaktiyle Maşşap Dede, bahçesine girip kiraz yiyen  çocuklara çok kızar kimi zamanda galiz küfürler ederdi... Onları sultan neneye anlatır ve dert yanardı... O günler yel gibi geçip gitmiş, evi harabe, bahçeleri ise viraneye dönmüştü Sultan nenenin...
Hemen her evin birinci katı ahir di lakin dedemin evi biraz farklıydı.
Ev iki katliydi  birinci katında oturuyorduk. İkinci katında ise ambar ve iki oda vardı. Merdivenle üst kata çıkılırdı... Evin hemen solundaki boş yerde  keçilerin barındığı ağıl vardı. Onunla aynı hizada olan merek yani samanlık vardı ve buranın altında ise inek ve eşeğin kaldığı iki odalı bir ahir vardı...
Her akşam sarı inek ahirin az ilerisinde bulunan dört tane yatay sırıktan oluşan kapanın önüne gelir ve nenemin direkleri yerinden sökmesiyle sari inek  mutlu mesut içeri girer ve verilen yalı afiyetle yerdi. 
Köye  her sene bu vakitlerde yağan kar bu yıl her ne hikmetse yapmamış  yerini kuru bir soğuk ve ayaza bırakmıştı... Dedemin evinde önceleri ocak şimdi ise kuzine gürül gürül yanıyordu... Nenem  yemekleri burada pişirirdi...
Gece geç saatlerde soğuk hava,  mereklerin ayrık tahtalarında ıslık çalar gibi sesler çıkarıyor, sanki bütün köy bu sesle çalkalanıyordu. Uzak dağlarda kurt ulumaları, yeni uykuya dalan keçilerin kâbusları oluyor yarı uykulu yarı uyanık gözleri ile şaşkın şaşkın  karanlığa  bakıyorlardı...
Ben de bu vakitler Taşköprü'nün akıp giden suyunun anlattıklarını düşünüyor ve yüreğimin ortasında duran Zühre'nin sevdası ile geceye kendi yazdığım şiirler okuyordum. Hele de dolunay geceleri şiir okumayı bırakır ve Taşköprü'ye gider ve soğuğa aldırış etmeden onu düşünürdüm...
Kış bitip bahar gelince düğünler birbiri ardına olurdu. Onlardan biri de Mehmet ve Seher çiftinindi. Dedem ve nenem de bu düğüne davetliydi. Ben de bir ümit Zühre'yi görme ümidiyle bu düğüne gitmeye karar verdim... Düğün  günü ve akşamı da Zühre'yi ne yazık ki göremedim... Kader bir daha Zühre'yi  görmemi istemiyor olmalıydı...
...

Morkaya 'da yetişen altın otu




Maşşap dede , kiraz ağaçlarının masalsı atmosferinde Sultan neneye şu hikayeyi anlatmıştı:
"Bundan 9 asır evvel Semerkant’ta Alâaddin isminde büyük bir fıkıh âlimi yaşardı. Çevresi kendisinden ilim öğrenmek ve fetvâ sormak isteyenlerle dolup taşardı. Bu âlimin yegâne çocuğu Fâtıma isminde bir kız idi. Bu kız sıradan bir çocuk değildi. Zekâsı ve çalışkanlığı babasının dikkatini çekti. O da kızını bir fıkıh âlimi olarak yetiştirdi.Vaktiyle Semerkant'in çok güzel, zeki ve ilim sahibi bir kız olan Fâtıma Hanım aynı zamanda devrin büyük fıkıh âlimlerinden birisi oldu. Öyle ki babasının Tuhfetü’l-Fukahâ adlı meşhur eserini ezberledi. Babası, verdiği fetvâlarda kızının da imzasının bulunmasını isterdi. Fâtıma Hanım’ın yazısı da çok güzeldi. Çoğu zaman babasının verdiği fetvâları o yazardı. Aynı zamanda fevkalâde güzeldi. İffetine düşkün ve güzel ahlâk sahibiydi. Hanımlara ders ve fetvâ verirdi.

Fâtıma Hanımın ilimdeki şöhretini, iffet, ahlâk ve güzelliğini işiten çok kimse kendisiyle evlenmek üzere tâlib oldu. Onunla evlenmek üzere sultanlar, şehzâdeler sıraya girdi. O da evleneceği erkeği tayin etmek üzere bir müsabaka teklif etti. Ancak Fâtıma Hanım’ın ne makamda, ne de yakışıklılıkta, ne altında, ne de ipekte gözü vardı. Evleneceği erkek için çok enteresan bir kıstas koydu. Babasının Tuhfe adındaki kitabını en güzel kim şerhederse, onunla evleneceğini söyledi. Bu vesileyle zamanın âlimleri Tuhfe’ye şerhler hazırlamaya koyuldular. Bu sayede çok kıymetli eserler yazıldığı için, Fâtıma Hanım’ın fıkıh ilmine çok hizmeti geçti.
Bu şerh edenlerden birisi Türkistanlı fakir bir âlim olan Alâaddîn bin Mes'ûd Kâsânî idi. Kâsânî, aynı zamanda Alâaddin Semerkandî’nin de talebesiydi. Kâsânî, hocasının kitabını en güzel şerhederek imtihanı kazandı. Fâtıma Hanım ile evlenmeye muvaffak oldu. Fâtıma Hanım, bu kitabı mehr olarak kabul etti.
Kâsânî için, “Şeraha Tuhfetehu, zevvece bintehu” (Tuhfe’sini şerhetti, kızını nikâhladı) sözü meşhurdur. Bu kitap Bedâyi diye bilinir. Hanefî mezhebinde yazılmış en kıymetli kitaplardan birisidir. O zamana kadar alışılmadık bir üslûp ve tertipte yazılmıştır. Fıkhî hükümlerin delilleri verilmiştir. Yedi cilttir. Kâsânî bu eserinden sonra çok itibar kazandı. Melikü’l-Ulemâ (Âlimlerin Sultanı) unvanı ile anılmaya başlandı. Başta Mutezile olmak üzere bid’at fırkalarına parlak zekâsıyla cevaplar verdi.

Fâtıma Hanım, Alâaddin Kâsânî ile evlendikten sonra üçü beraber oturmaya başladılar. Hanımı Fâtıma, evlendikten sonra da zevcinin fetvâlarına yardımcı olurdu. Kâsânî, müşkil hususlarda zevcesinin fikrini almadan fetvâ vermezdi. Fâtıma Hanım hüsn-i hattı ile fetvâyı yazar, ikisi şâhid olmak üzere üçü birden imzalayarak fetvâyı sorana verirlerdi.
Baba Alâaddin Semerkandî 1144 tarihinde vefat etti. Kâsânî, zevcesiyle Konya’ya gitti. Anadolu Selçuklu Sultanı I. Mes’ud’dan itibar gördü. Fakat buradaki bazı âlimlerin hasedini çekince, sultan kendisini aynı zamanda damadı olan Zengî Atabeyleri’nden Nureddin Şehid’e elçi olarak gönderdi. Suriye, Mısır ve Irak’ın sultanı olarak Haleb’de müstakilen hüküm süren Nureddin Şehid, Kâsânî’yi itibar gösterdi. Onu Halâviyye Medresesi’ne müderris tayin eyledi. Böylece karı-koca Haleb’e taşınmış oldu. Nureddin Şehid, Kâsânî ailesine çok hürmet etti. Her ikisini de sık sık saraya aldırıp mühim işlerinde istişare ederdi. Saraylı hanımlar da Fâtıma Hanım’ın sohbetini dinlemek için birbirleriyle yarışırdı.
Alâaddin Kâsânî'nin Haleb'de ders verdiği Halâviyye Medresesi. Daha evvel Aya Elena adında bir Bizans kilisesi idi.

Haleb’de ne kadar itibar görürlerse görsünler, Kâsânî ailesi memleketlerini özlediler. Haleb’den ayrılmak üzere Nureddin Şehîd’e arzettiler. Nureddin Şehid gitmemeleri için ısrar etti ise de, “Hocamın kızı dönmek istiyor” diye özür beyan etti. Alâaddin Kâsânî, hocasının hatırını sayarak zevcesinin bir dediğini iki etmezdi. Bunun üzerine Nureddin Şehid, kaleyi içerden fethetmek üzere Fâtıma Hanım’a saraylı bir hanımı ricacı gönderdi. Fâtıma Hanım bu ricayı kıramayarak Haleb’de kalmaya razı oldu.
İlim, iffet, ahlâk ve güzelliği kadar, cömertliği de bol olan Fâtıma Hanım, kolundaki bilezikleri satarak, Halâviyye Medresesi imâretinde fakirlere her Ramazan gecesi iftar verme âdetini başlatmıştır. Fâtıma Hanım’ın fıkıh ve hadis sahasında eserleri de vardır. Mahmud adında bir oğulları oldu. Karı-koca onu da bir âlim olarak yetiştirdiler.
Fâtıma Hanım Haleb’de vefat etti. Zevci Alâeddin Kâsânî de çok geçmeden 1191 senesinde fâni dünyayı terketti. İkisi, Haleb’de Burrü’s-Sâlihîn kabristanında yan yana yatmaktadırlar. Halk arasında bu iki kabir “Kabrü’l-Mer’e ve Zevcihâ” (Hanım’ın ve Zevcinin Mezarı) diye bilinir ve ziyaret olunur."
Maşşap dede sözlerini burada tamamladığında ikindi ezanı köyün yalçın dağlarında nurani bir ses olarak yankılanıyordu...

1 kişi beğendi ·
Yazarın diğer paylaşımları;
Sözümoki Mutlaka Bilinmesi Gerekenler
Aynı anda hem övgü hem de yergi içeren bir cümle kur?
X

Daha iyi hizmet verebilmek için sistem içerisinde çerezler (cookies) kullanmaktayız. "Çerez Politikamız" sayfasından daha detaylı bilgilere erişebilirsin.

Anladım, daha iyisini yapmaya devam edin.