Giriş yap! Hesap oluştur!
Nedir?
Ara
Şifreni mi unuttun?
4. Bölüm: Gölge ve Sır - Sözümoki
25 Temmuz 2025, Cuma 20:22 · 6 Okunma

4. Bölüm: Gölge ve Sır

Eylül, Şeref Dede’nin uyarısından sonra koşar adımlarla eve döndü. Yağmur, kasabanın sokaklarını çamura çevirmişti. Kalbi göğsünden çıkacak gibiydi; sanki görünmez bir el, nefesini kesiyordu. Kapıyı açarken anahtar deliğinden birinin gözleri ona bakıyormuş gibi hissetti. Kapıyı sertçe itti, içeri girdi. Her şey yerli yerindeydi… ama bir şey farklıydı.

Mutfaktaki masa üzerinde bir not vardı:
“Babanın kanını yerde bırakma.”

Eylül’ün elleri titredi. Bu notu kim bırakmıştı? Evi terk ederken masada böyle bir şey yoktu. Etrafına baktı; çekmeceler, dolaplar sanki hafifçe oynatılmış gibiydi. Birisi gerçekten evine girmişti.

Nefesini kontrol etmeye çalışarak babasının eski defterini açtı. Defterin sayfaları arasında, daha önce görmediği bir harita vardı. Harita kasabanın sınırlarını gösteriyordu. Haritanın tam ortasında kırmızı bir çarpı işareti vardı. Üzerinde bir tarih yazıyordu:
“15 Mart – Gölün kuzey yakası.”

O an hatırladı. Babası ölmadan bir gün önce gece yarısı gölün kuzey yakasına gitmişti. Kimseye nedenini söylememişti. Eylül’ün içindeki korku, meraka yenik düşmüştü. Ne pahasına olursa olsun, oraya gitmeliydi.
Akşam saatlerinde arabasına atlayıp gölün kuzeyine doğru sürdü. Yollar ıssız, orman sessizdi. Ağaçların gölgeleri farların ışığında canavar gibi görünüyordu. Telefonunun çekmediğini fark ettiğinde yalnızlık kemiklerine kadar işledi.
Kuzey yakasına vardığında hava tamamen kararmıştı. Aracını park edip el fenerini aldı. Gölün kenarında rüzgar, suyu öfkeyle dövüyordu. Yavaş adımlarla ilerledi, haritaya bakarak bir patika buldu. Patika, ormanın içine doğru kıvrılıyordu.
Patikanın sonunda eski bir kulübe vardı. Kulübe sanki yıllardır terk edilmiş gibiydi. Kapısı yarı açık, pencereleri kırık… ama içeriden hafif bir ışık sızıyordu.
“Burada biri yaşıyor mu?” diye fısıldadı kendi kendine.
Kapıya doğru yürürken tahtalar gıcırdadı. Eylül elini kapının tokmağına attığında, içeriden boğuk bir ses geldi. Birisinin dua eder gibi mırıldandığını duydu. Cesaretini toplayıp kapıyı itti.
İçeri girdiğinde kulübenin duvarlarında eski fotoğraflar asılıydı. Bazıları yırtılmış, bazıları çivilerle kazınmış gibiydi. Ortada bir masa, masanın üzerinde eski bir radyo vardı. Radyo, kendi kendine hafif bir cızırtı çıkarıyordu.
Masanın yanındaki sandalyede oturan yaşlı bir kadın, Eylül’e dönüp bakmadan konuştu:
“Sen… onun kızısın.”
Eylül’ün nefesi kesildi. “Babamı tanıyor musun?”
Kadın yavaşça başını çevirdi. Gözleri kan çanağı gibiydi.
“Baban bu kulübeye geldi… ama geriye asla aynı adam olarak dönmedi.”
Kadın masanın çekmecesinden bir mektup çıkardı. Mektubun üstünde babasının el yazısı vardı.
“Leyla’yı bul. Onu bulamazsan seni bulacaklar.”
Eylül mektubu eline aldığında gözlerinden yaşlar süzüldü. “Leyla kim? Babamla ne ilgisi var?”
Kadın derin bir nefes aldı:
“Leyla… bu kasabada öldürülen kız. Baban onu korumaya çalıştı, ama başaramadı. Şimdi onlar seni de susturmak istiyor.”
Kadın tam bunları söylerken kulübenin dışında bir ses duyuldu. Ayak sesleri… birden fazla kişi yaklaşıyordu. Kadın hızla ayağa kalktı.
“Git! Sakın buraya tekrar gelme!”
Eylül panikle kulübenin arka kapısından çıktı. Ormanın karanlığına koşarken arkasından iki adamın gölgelerini gördü. Fener ışıkları ormanı tarıyordu. Nefes nefese kaçarken ayağı köklerden birine takıldı ve düştü. Yerdeyken adamların konuşmalarını duydu:
“Onu bulmadan dönmeyeceğiz. Babanın başladığını o tamamlamadan…”
Eylül elleriyle toprağı kazıyarak kendini çalılıkların arasına attı. Adamlar fenerlerle etrafı aradı ama onu göremediler. Sessizlik geri döndüğünde Eylül titreyen elleriyle cebindeki haritaya baktı.
Artık bir tek şeyden emindi:
Babası bir sır uğruna öldürülmüştü.
Eve vardığında kapıyı sessizce açtı. Her yer karanlıktı. Işığı yaktığında salonun ortasında yeni bir not buldu:
“O kulübeye bir daha gidersen seni gölde boğarız.”
Eylül’ün gözleri doldu. Artık kime güveneceğini bilmiyordu. Babasının anısı, gölün karanlığı ve bu kasabanın laneti arasında sıkışıp kalmıştı. Tek bildiği şey, Leyla’nın kim olduğunu bulmadan bu kabusun bitmeyeceğiydi.
O gece uykusuz bir halde defteri açtı. Haritanın kenarında bir çizim vardı; gölün altına doğru uzanan eski bir tünel. Babası defterin yanına şu notu düşmüştü:
“Eğer gerçekleri öğrenmek istiyorsan,
gölün altına in.”
Eylül, ertesi gün oraya gitmek için plan yaparken dışarıda bir arabanın farları penceresine vurdu. Perdeden bakınca siyah camlı arabanın evinin önünde beklediğini gördü. Birisi camdan ona bakıyordu.

O an Eylül anladı ki;
Sırların hepsi gölde saklıydı, ama birisi bu sırları saklamak için her şeyi yapacaktı.

Yazarın diğer paylaşımları;
Sözümoki Mutlaka Bilinmesi Gerekenler
Şu an bedava verseler almam dediğin bir şey söyle?
X

Daha iyi hizmet verebilmek için sistem içerisinde çerezler (cookies) kullanmaktayız. "Çerez Politikamız" sayfasından daha detaylı bilgilere erişebilirsin.

Anladım, daha iyisini yapmaya devam edin.