Her kış başında Büyük Dağda kaybolduğu rivayet edilen bir at hikayesi gelir aklıma... Zira gecen kış 16 Aralıkta atını yana yakıla arayan Durmuş Duran dayı köyümüze misafir olmuştu Durmuş dayı köy köy kasaba kasaba demeden her yerde bu atı aramaktaydı... Köy kahvesinde meraklı kalabalığa aldırış etmeden derdini dili döndüğünce anlatıyordu... Hiç bir şeye üzülmüyorum da bu atın heybesinde bir emanet vardı şimdi o emanet sahibini bekler. Bu içime dert oldu. En çok ona üzülüyorum dedi Durmuş dayı... Bir süre öylece pencereye baktı. Durmuş dayının anlattıklarına kahvedekiler çok üzüldüler... Dışarıda kar etkisini iyiden iyiye arttırmıştı biraz önce...Bu gizemli at neredeydi ve
heybesinde bu kadar ne olabilirdi ki... Durmuş dayıyı köy misafirhanesinde ağırlamak için Muhtar söze ilk ve son kez karışmıştı...
Dedem boz katıra yüklediği odunları mereğin yanına indirmişti... Soluk alışlerinden bir hayli yorulduğu anlaşılan boz katır iyi bir dinlenmeyi çoktan hakketmiş olduğu anlaşılıyordu... Dedem boz katırın yanağını okşadı ve sevgiyle bir süre onu izledi... Ardından dedem, indirdiği odunları balta ile kesmeye
koyuldu... bir iki odun kesti kesmedi
yeni doğan yavru dananın bulunduğu ahirin içinden boğulmaya benzer sesler duyulmaya başladı. Dedem elindeki baltayı bırakıp, yavru dananın bulunduğu bölüme gitti. Minik dana gözlerini pörtleterek
dedeme bakıyor ve boğuk boğuk sesler çıkarıyor bir yandan da minik dananın vücudu kasılıyordu...Bir an panikleyen dedem neneme seslenmeye başladı... Kapıyı açan nenem minik danaya yaklaştı ve bir sure sonra minik dananın ne sorunu olduğunu bir bakışta anladı... Yaşından beklenmeyen bir çeviklikle eve girdi ve kiler dolabından zeytinyağı şişesini kaptı. Ve doğruca minik dananın yanına vardı. Dedem, nenemin bu zeytinyağı ile ne yapacağını meraklı gözlerle beklerken nenem, minik dananın ağzını bir eliyle açmaya çalıştı ve biryandan da zeytin yağı şişesindeki yağı minik dananın ağzına boca etti... Gözlerini pörtleterek bir o yana bir bu yana hamle yapar gibi bir ara hareketlenmeye çalıştı... Minik bedeni yorulmuş gibi yere birden düşüverdi.... Ertesi gün dedem ve nenem yavru danaya bakmaya gittiler... Yerinde duramayan minik dana gayet sağlıklı görünüyordu...
Muhtara bir ihbar gelmişti akşam üstü civar köylerden birinden...Yaralı bir at bulmuşlardı. Bu belki de Durmuş dayının aradığı at bu olabilirdi... Ama dedem hariç kahvedeki herkes bu zavallı adama adama vakitsiz bir haber vermişti... Ama bu haber veriş şekli müjde verir gibi oldu ki bu büyük bir hataydı...
Ertesi gün Durmuş dayı, muhtar ve jandarma çavuşu atı bulan köylü ile buluşmaya gittiler... Ama bu haberi veren köylü şimdi, bu üçlü karşında büyük bir mahcubiyet duyuyordu... Zira akşam gördüğü at ipi kırıp kaçmış ve nerede olduğundan kendisinin de haberi yoktu... Jandarma çavuşu sayıp söverek bir kaç söz söyledi... muhtar kızgın bir bakış attı... En tuhaf olanı ise Durmuş dayının ruh haliydi... Dünyanın sonu gelmiş gelmiş gibi bezgin ve derin düşünceli bir yapısı vardı. Tek bir söz demeden yürümeye başladı Durmuş dayı...
Az önce tozak kar atmaya başladı. Bu aslında iyiye haber değildi... Zira tozak karın ardından kar hep hızını artırırdı. Jandarmaya çavuşu, muhtar, ve Durmuş dayı kahveye ulaştıklarında lapa lapa yağan kardan tanınmaz hale gelmişlerdi...
Ocak ayının ortalarına doğru Durmuş dayı bir gece ortadan kayboldu... Tüm köylü bu kez Durmuş dayıyı aramaya koyulduk.
...