Eylül sabah uyandığında gece gördüğü siyah camlı arabayı hatırladı. Kimdi bunlar? Babasının ölümünü örtbas edenler mi, yoksa Leyla’nın cinayetinin peşindeki kişiler mi? Cevabı bulmak için tek yol, babasının işaret ettiği tüneldi.
Çantasına fener, defter ve babasından kalan eski çakı bıçağını koydu. Yağmur tekrar başlamıştı. Gölün kuzey yakasına, haritada işaretli noktaya doğru yürürken içindeki korkuyu bastırmaya çalışıyordu. Sanki gökyüzü bile ona karşıydı; şimşekler gölü aydınlatıyor, rüzgar öfkeyle ağaçları sallıyordu.
Haritanın gösterdiği yerde göl kenarında yarı gömülmüş, paslı bir kapak buldu. Çamurun içindeydi, ağırdı. Tüm gücünü kullanarak kapağı kaldırdığında, aşağıya inen dar bir merdiven ortaya çıktı. Karanlık ve rutubetliydi. Kalbi hızla çarparken aşağı indi.
Tünel taş duvarlarla örülmüş, çok eskiydi. Duvarlarda eski kasabanın sembollerini andıran kazınmış işaretler vardı. Fenerin ışığı titreyerek duvarları aydınlatıyor, her gölgede başka bir yüz görüyormuş gibi hissediyordu.
Bir süre ilerledikten sonra karşısına kilitli bir kapı çıktı. Kapının üzerinde paslı bir levha vardı:
“Sessizliği bozarsan, göl seni alır.”
Eylül çantasından çakı bıçağını çıkarıp paslı kilidi zorladı. Birkaç denemeden sonra kilit kırıldı ve kapı gıcırdayarak açıldı. İçeri girdiğinde, eski bir oda buldu. Odanın duvarlarında fotoğraflar asılıydı. Hepsinde babası ve aynı kadın, Leyla, birlikte poz veriyordu.
Fotoğrafların altına yazılmış tarihler, Eylül’ün babasının yıllar boyunca Leyla’yı koruduğunu gösteriyordu. Ama bir fotoğraf diğerlerinden farklıydı. Bu fotoğrafta Leyla’nın yüzü korku içindeydi, arkasında silahlı bir adam görünüyordu.
O anda tünelin derinliklerinden bir ses duydu. Sanki biri adını fısıldıyordu.
“Eyyy… Eyyy…”
Eylül titredi. Feneri sesin geldiği yöne çevirdi ama kimse yoktu. Nefesini tutarak geri dönmek istedi, ama kapı kapanmıştı. Kapının dışından ağır adımlar geliyordu. Biri kilidi yeniden kapatmıştı!
Eylül çığlık atacak gibi oldu ama kendini tuttu. “Buradan çıkmam lazım,” diye mırıldandı. Tünelde bir çıkış daha olmalıydı. Odanın köşesinde paslı bir sandık gördü. Sandığı açtığında içinde eski defterler, mektuplar ve kasetler vardı. Kasetlerin birinde babasının adı yazılıydı:
“Ahmet Kaya – İtiraf.”
Kaseti alıp deftere sararak çantasına koydu. Belki bu kasette babasının ölümünün sırrı vardı.
Tam o sırada, tünelin karanlığında bir gölge belirdi. Uzun boylu, yüzü seçilmeyen biri elinde fenerle ona doğru yürüyordu.
“Babanın peşinden gelip buraya girmemen gerekiyordu,” dedi kalın bir ses.
Eylül geri çekildi, elleri titredi.
“Babamı sen mi öldürdün?” diye bağırdı.
Adam sessiz kaldı, sonra cebinden bir anahtar çıkarıp yere attı.
“Çıkışını kolaylaştırıyorum. Ama Leyla’nın izini sürersen, bu kasaba seni de yutar.”
Eylül anahtarı aldı, adam bir anda karanlıkta kayboldu. Nefesini toparlayarak kapıyı açtı ve tünelden dışarı çıktı. Göl kıyısında yağmur hızlanmış, sular kabarmıştı.
Eve döner dönmez kaseti dinlemek istedi ama kaset eskiydi, çalıştıracak bir teyp yoktu. Kasabanın eskici dükkanına gitti. Dükkan sahibi kaseti görünce yüzü bembeyaz oldu.
“Bu kaset… bu kaseti nereden buldun?”
“Babamın tünelinden,” dedi Eylül, kararlı bir sesle.
Adam başını iki yana salladı.
“Bu kaseti dinlersen… hiçbir şey eskisi gibi olmaz.”
Eylül onu dinlemedi. Kaseti çalıştırdığında babasının sesi duyuldu:
“Eğer bu kaydı dinliyorsan, artık ben hayatta değilim. Leyla için savaştım, ama karşımızdaki insanlar güçlüydü. Onlar sadece Leyla’yı değil, bu kasabadaki tüm geçmişi silmek istiyorlar. Eylül… eğer bu sırları ortaya çıkarırsan, onlar seni de öldürür. Ama gerçek, gölün altındaki evde.”
Kaset burada kesildi. Eylül’ün tüyleri diken diken oldu.
“Gölün altındaki ev mi?”
Artık geri dönüşü olmadığını biliyordu. Babasının yarım bıraktığını tamamlamak zorundaydı. Çantasını hazırladı ve gölün en derin kısmına gitmek için eski bir dalış tüpü kiraladı. Bu riskliydi, ama başka yolu yoktu.
Gece vakti gölün kenarına gittiğinde siyah camlı araba yine oradaydı. Bu kez korkmadı. “Ya ölürüm ya da gerçeği bulurum,” dedi içinden. Suyun soğukluğunu hissettiği anda babasının sesi kulağında yankılandı:
“Korkma kızım. Sır suyun altındadır.”
Eylül gölün karanlığına dalarken yukarıda bir adam telefonla konuşuyordu:
“Onu gölde kaybedersek sorun kalmaz. Ama çıkarsa, herkesin sonu gelir.”