Giriş yap! Hesap oluştur!
Nedir?
Ara
Şifreni mi unuttun?
74 Elimde olsaydı tüm dü - Sözümoki
28 Şubat 2020, Cuma 10:32 · 412 Okunma

74



" Elimde olsaydı tüm
dünya okullarına
insanın insanı
sömürmemesin diye
bir ders koyardım... "
           İsmail Hakkı Tonguç

Sonbahar yağmurlarının  sağanak sağanağa yağdığı günlerin birinde köy muhtarı dedeme; Kaymakam bey tarafından bir mektup yollandığını söyledi.... Muhtar mektubun yollamış maksadının başarılı köy çocuklarının enstitüye gitmek istemesinden kaynaklandığını dile getirdi. Kaymakam Bey'in köyümüzden  ayrılışının üzerinden yaklaşık iki hafta geçmişti... Öğle üzeri  dedem,  kahvede muhtarı buldu ve gelen  zarfla ilgili bilgi aldı ve ardından eve doğru yürümeye başladı.  Eve geldiğinde ben dedemin zamansız gelişinden kuşkulanmadım  desem yalan olur... Dedem, nenem ve beni de çağırdı ve muhtara gelen zarfla ilgili söze başladı: "Gözün aydın evladım, Cılavuz Köy Enstitüsü imtihanına kazanmışsın" dedi. Bir hafta sonra yola çıkacakmışsın diye Muhtar söyledi. Mektubun yollanış amacı şimdi  anlaşılmıştı...
Dedem sözlerini bitir bitirmez aklıma İki hafta önce Kaymakam Bey'in hemen yanındaki katibin kulağına fısıltıyla söylediği ve ardından onun da not aldığı o kahvedeki görüntü geldi aklıma...

Köydeki en yakın arkadaşlarım arasında olan Mahmut Pırpır, Ziver Göker, Mahmut Alimoğlu ve Harun Bulut'ta Cılavuz a başvuruda bulunmuştu...Onlar da Cılavuz'a gideceklerdi... Başvuran çoğu kişi ne yazık ki kontenjan yetersizliğinden dolayı kabul edilememişti... Köydeki diğer arkalarım olan Muzaffer Gem, Arslan Seloğlu ve Selçuk  Namoğlu da Trabzon'daki Beşikdüzü Köy Enstitüsü'ne kayıt yaptırmışlardı...En büyük hayalim olan enstitüde okumak nihayet gerçekleşecekti bu için ne kadar sevinsem azdır...

Köyde enstitüye gidecek tüm öğrencilere ayrı bir sevgi gösteriyorlardı. Bu duruma  sevinmeyen tek kişi vardı o da köyün  ağası Reşat Sicimoğlu'ydu. Zaten o Köy Enstitüleri açıldığı günden beri kahveye gelmez kimseyle konuşmaz olmuştu. Enstitülerin asıl maksadını öğrenen Reşat Ağa'nın öfkesi bir hayli fazlaydı. Köyden talebe olarak ayrılan bu gencecik çocuklar beş yıl sonra köyü aydınlatan bir eğitim güneşi olacak, kırlarda rengarenk açan çiçek gibi baharları getirecekti... Reşat Ağa,  biricik oğlu Sercan'ın ziraat enstitüsüne gitmesini istemiş ama o haylazlıktan başını kaldırmadığı için babasını hayal kırıklığına uğratmıştı. Şimdi de köy enstitüsüne gitmek isteği daha doğrusu hevesi olmuştu... Bunu babasına henüz söylememişti ama Sercan'ın bu hevesini babasına  söylediği gün sanırım köydeki herkesin haberi olabilirdim...

Zühre'yi iki gündür görememem ve ona Cılavuz'daki enstitüye gideceğimi nasıl söyleyeceğimin tedirginliğini yaşıyordum... Bir sevdama kavuşmak için gün sayarken bir sevdamda ayrılacağım için inanılmaz üzgündüm ... Taşköprü'ye gidip Çoruh'a uzun uzun derdimi dökmek için yola çıktım. Kahveye vardığımda beni tanıyanlar "Hayırlı uğurlu olsun Allah utandırmasın" diye temennilerde bulunuyorlardı.... Kahveden ayrılmak üzereyken Sercan ve iki arkadaşı tartışır gibi birbirleriyle konuşuyorlardı... Hani su köprüyü geçince tepenin dibinde bir ev yanmıştı. İşte o evin çok güzel bir kızı var. Bence kaçırma bu kızı... Sercan, uzun yüzlü  iri yarı yarı görünümlü  arkadaşının son sözleri heyecanlanır gibi gülümseyerek onayladı... Biraz önce geçen aracın korna sesiyle kendime geldim. Duyduklarımla dehşete düştüm. Büyük bir öfkeye kapıldım... O an gözüm karadı. Ne olsa yapabilirdim ama itidalli olmam gerekiyordu. Sercan ve bu serseri görünümlü arkadaşları için bir şeyler düşünmeliydim. Adımlarımı  duyduğum dehşet sözleri etkisinden midir bilmiyorum hızlandırmaya başladım. Hayatımda ilk kez köprüden bu kadar öfke ile geçtiğini hatırlamıyorum. Çoruh'un bana öfke ile baktığı hissi uyandı gönlümde. Rus işgalinde, vatanın savunan aziz askerler gibi Taşköprü'yü geçip bir an önce Zühre'yi bulmalıydım. Panik halinde ne yapacağımı bilmeyen bir kişinin ruh halini yaşıyordum...Eve epey yaklaşmışken birden duyduklarımın etkisi ile yanlış bir söz söylerim ve Zühre'yi üzerim diye geri dönmeye karar verdim...
Eve geri gidişim hayatımın artık eskisi gibi olmayacağını gösterir gibiydi... Enstitüye gitmenin mutluluğunu bu meşum sözler sanki kara bulutların dağları sarıp etrafı zulmet karanlıklara boğması gibi gölgelemişti...

Gece boyunca Zühre'yi düşündüm. Sanki biran aklımdan çıkıyormuş ta....Güzel yüzünü ,benimle ilgili  tatlı sözleri geldi aklıma an gönlüme bir iç ferahlığı geldi yavaştan...Yıldızları titrek parlaklığına bakıp Zühre'ye şiir okur gibi okudum fısıltıyla...Gece konuştu ben dinledim, bir ara bir baykuşun geceyi bölen sesini işittim. Sustum bir an  zaman akıp gitti.

Ateş böceklerini küçüklüğümden bu yana çok severim. Bu sevimli  canlıların  yaydığı ışık, karanlığı delip  aydınlık dolduran açık  bir kapının verdiği  ışığının yazıya dökülmüş hali  gibiydi. İşte köy Ensi tütüşüne gidenlerde benim gözümde bu ateş böceklerinden farklı değildi...

Ertesi gün Cuma namazına gitmek için hazırlanacağım vakit kapı çaldı... "Hayırdır inşallah " deyip kapıyı açmaya koyuldum. Gıcırdayan kapıyı açmamla gözlerime inanamadım. Zira karşımda tüm güzelliği ile Zühre durmaktaydı. Elinde katlamış kilime benzer bir şey vardı. Uzun uzadıya katlanmış bu kilimi bana uzattı ve "Tahir bunu senin için dokudum. İnşallah beğenirsin "dedi... Ben o an ne diyeceğimi bilemenin şaşkınlığı ile bir süre Zühre'yi izledim. Dilim tutuldu sanki... "Teşekkür ederim Yârim "dedim. Bu son söylediğim sözcükten biraz utanmış  olacak ki başını öne eğdi. Sonra gülümseyen gözleriyle sevinir gibi yaparak, " Ben gideyim artık nenem merak eder " dedi. Kapıyı kapatıp içeri girdiğimde elimde tuttuğum kilimi divana bıraktım. Ardından Morkaya Camii'ne Cuma namazını kılmak için yürümeye başladım...
Cuma namazından sonra kahvede Ziver, Mahmut ve Harun laflıyorlardı... Beni de çağırdılar lakin evde acele isim olduğunu söyleyerek yanlarından ayrıldım...Eve ulaştığımda kilimin açılıp ardından katlandığı hissi uyandıran görüntüsü  gözüme ilişti... Katlı kilimi özenle açıp divana yaydım... Kilimde yer yer yeşillikler içinde kır bir at resmi vardı lakin bu atın ayağında bir ip bağlıydı... Buna pek anlam veremedim...Bu kilimi Zühre dokuduysa muhakkak bir bildiği vardır diye içimden geçirdim. Neneme bu kilimdeki motiflerin anlamını sorunca şöyle cevapladı :
"Kilimde gördüğün bu ifade bukağıdır.
Bukağı atlar kaçmasın diye ayağına bağlanan bir tür iptir. Kilimdeki anlamı ise kuvvetli bağı ifade eder dedi ve devam etti evlilikte ise uzun ömürlülüğü temsil eder" dedi...
...

1 kişi beğendi ·
Yazarın diğer paylaşımları;
Sözümoki Mutlaka Bilinmesi Gerekenler
İadeiziyaret konusunu nasıl değerlendiriyorsun?
X

Daha iyi hizmet verebilmek için sistem içerisinde çerezler (cookies) kullanmaktayız. "Çerez Politikamız" sayfasından daha detaylı bilgilere erişebilirsin.

Anladım, daha iyisini yapmaya devam edin.