Kasabanın merkezindeki olayların yankısı hâlâ sürüyordu. Eylül’ün ifşaları Aslanbey ailesini köşeye sıkıştırmıştı ama bu sadece sessiz bir fırtınanın habercisiydi. Kasaba halkı öfkeliydi, fakat kimse Aslanbeylerin kolay kolay yenileceğini düşünmüyordu. Onlar sadece zengin değildi, kasabanın tüm karanlık geçmişini ellerinde tutuyorlardı.
Eylül, göl kıyısındaki eski kulübeye geri dönmüştü. Babasının defterini dizlerine koyup gözyaşları içinde sayfaları karıştırıyordu. Defterin son sayfasında titrek bir el yazısı vardı:
“Eylül, eğer bu satırları görüyorsan bil ki Leyla’nın bedeni hâlâ bulunmadı. Onu bul. Onu gölün lanetinden kurtar.”
Eylül’ün kalbi hızla atmaya başladı. Babasının bu cümleleri, Leyla’nın hâlâ gölün altında bir yerde olduğunu gösteriyordu. Ama bu arayış, Aslanbey ailesini tamamen çileden çıkaracaktı.
O gece kulübeye döndüğünde bir gariplik fark etti. Kapı hafif aralıktı. Sessizce içeri girdi. Evin içinde ayak sesleri yankılandı. Bir anda arkasından bir el ağzını kapattı.
“Bağırırsan ölürsün.”
Eylül nefesini tuttu. Arkasında duran kişi, fabrikanın bodrumunda gördüğü adamdı. Gözleri buz gibiydi.
“Bize meydan okuman büyük hata,” dedi alçak bir sesle. “Kasabanın laneti bizim elimizde. Babana yaptığımızı sana da yaparız.”
Eylül, tüm gücüyle direndi. Çantasındaki bıçağa ulaşıp adamın kolunu çizdi. Adam acıyla geri çekildi, Eylül kapıdan dışarı fırladı ve ormanın karanlığına koştu.
Sabaha kadar gölün kıyısında oturdu. Babasının defterindeki haritaları tekrar inceledi. Defterde kırmızı bir işaret dikkatini çekti:
“Gölün güney kıyısı – Leyla’nın son nefesi.”
Bu not, Leyla’nın gölün güneyinde bir yere gömüldüğünü gösteriyor olabilirdi. Eylül, korkusuna rağmen oraya gitmeye karar verdi.
Gölün güneyine vardığında yoğun bir sis vardı. Yosun kokusu etrafı sarmıştı. Haritada işaretli noktaya yürürken eski bir ahşap iskele gördü. İskele çürümüş, tahtaları kırılmıştı. İskeleye adım atar atmaz tahtalar gıcırdadı.
Bir anda, iskeleye çivilenmiş eski bir kutu gördü. Kutunun üzerinde paslı zincirler vardı. Zinciri kırıp kutuyu açtığında içinden bir kadın kolyesi çıktı. Kolyenin arkasında “L.A.” harfleri vardı.
“Leyla Aslanbey…” diye fısıldadı Eylül.
Tam o sırada arkasında bir gölge belirdi.
“Leyla’nın ismini ağzına alma!” diye bağıran adam onu yakasından tuttu. Eylül çığlık attı ama sesini duyan olmadı. Adam onu gölün kenarına sürükledi.
“Baban gibi boğulacaksın,” dedi dişlerini sıkarak.
Eylül panikle çantasındaki defteri çıkardı.
“Eğer beni öldürürseniz, her şey ortaya çıkacak. Kasabanın sırlarını internete yükledim.”
Adam dondu kaldı. Gözleri korkuyla büyüdü. “Yalan söylüyorsun…”
Eylül cesaretle konuştu:
“Bir dene ve gör.”
Adam sinirle onu itti. “Bu iş burada bitmeyecek!” diyerek göl kenarından uzaklaştı.
Eylül dizlerinin üzerine çöktü. Artık geri dönüş olmadığını biliyordu. Babasının yarım bıraktığı sırları tamamen çözmek için Leyla’nın mezarını bulmalıydı.
“Baba, söz veriyorum. Leyla’yı bulacağım.”
Kasabanın eski kayıtlarına ulaşmak için belediyenin arşiv binasına gitti. Binanın içinde eski dosyalar ve haritalar vardı. Görevlilerden biri ona kuşkuyla baktı.
“Buralarda ne arıyorsun?”
“Babamın izlerini…” diye fısıldadı Eylül.
Arşivde yaptığı saatler süren arama sonucunda bir belge buldu. Belgede şunlar yazıyordu:
“1978 yılında gölde bir kadın cesedi kayboldu. Olay Aslanbey ailesi tarafından örtbas edildi.”
Eylül’ün gözleri doldu. Leyla yıllardır gölün karanlığında unutulmuştu.
O gece, Aslanbey ailesi bir hamle yaptı. Korumaları Eylül’ün kaldığı kulübeyi ateşe verdi. Kulübe alevler içinde kaldı. Eylül, canını zor kurtardı. Babasının defteri ve kasetleri çantasına atarak ormana koştu.
Alevlerin gökyüzünü aydınlattığı anı ömrü boyunca unutamayacaktı.
“Beni susturamazsınız!” diye bağırdı ormanın içinde.
Ertesi gün, kasabanın merkezinde toplandı insanlar. Eylül, elindeki kanıtlarla Aslanbeylerin kirli geçmişini herkese anlattı. Kalabalık öfkelendi, yıllardır korkuyla susturulan insanlar sesini yükseltti.
Fuat Aslanbey öfkeden deliye dönmüştü.
“Bu kasaba bizim! Siz kimsiniz de bize meydan okuyorsunuz?”
Eylül gözyaşlarıyla bağırdı:
“Bu kasaba Leyla’nın kanıyla lekeli. Babamın kanıyla lekeli!”
Eylül geceyi göl kıyısında geçirdi. Babasının defterini son kez açtı. Defterde yazan şu cümle her şeyi özetliyordu:
“Kızım, eğer bu savaşı kazanamazsan, göl seni yutar. Ama unutma, Leyla’nın ruhu doğruyu bulanı korur.”
O gece rüyasında Leyla’yı gördü. Leyla beyaz bir elbiseyle gölün kıyısında ona gülümsüyordu.
“Beni bul, Eylül,” dedi yumuşak bir sesle.
“Beni gölün kuzeyinde arayacaksın.”
Eylül uyandığında kararını vermişti: Leyla’nın mezarını bulana kadar pes etmeyecekti.