Giriş yap! Hesap oluştur!
Nedir?
Ara
Şifreni mi unuttun?
93 Bir Afşar Bozlağıyım Uzunyayladan Birşeyler koparıl - Sözümoki
04 Nisan 2020, Cumartesi 21:08 · 554 Okunma

93


Bir Afşar Bozlağıyım Uzunyayla'dan

Bir şeyler koparılıyor göğsümden
Hoyrat pençelerle
İğne deliğinden geçiyorum acıların
Dağılıp toparlanıyorum yeniden
Ben yalnız komayan bozkırda
Uzak düşler uzak düşler
Yüreğimden mi tütüyor
Sancının gökkuşağı
Bir yanım akıp gidiyor sularla
Taşlarla ışıyor bir yanım
Ben ağrıyım ben acıyımu
Kapanmış bir okul kadar ıssız
Öğretmen Hatun Birsen
Gözlerim ellerim soluğum
Değişen ay yüzü dersi
Akciğer röntgenlerim
Bir Afşar bozlağıyım Uzunyayla'dan
Uçan kuşlar uçan kuşlar
Onarabilir mi yaramı
İpildeşen yıldızlar
Ben umudum ben özlemim
Tümörüm onmazım zehirli çiçek
Can evimi dağlayan mavi ısırgan
Neyi sızlıyorum bu sancılarla
Bu mor ağrılarla yaşadığım ne
Gittikçe daralıyor soluğum
Bana mı sesleniyor
Yitirdiklerimin diliyle toprak
Patlayan tohumlar patlayan tohumlar
Duyuyor musunuz kırılıyor kabuğum
Ben de yeşereceğim sizinle
Ben sevgiyim ben yaşamım
Mehmet Başaran

Köy Enstitüleri
Onlar,
Köy çocuklarıydı.
Kurumuş çalılar gibiydiler bozkırda.
Kavrulmuş ekinler gibiydiler.
Geldiler,
Yalın ayakları
Ve
Yırtık mintanlarıyla geldiler,
Gönen’e, Aksu’ya, Kepirtepe’ye.
Ezilmiş, sömürülmüş, horlanmış
Ve
Unutulmuştular bin yıldır.
Ferhat oldular,
Yardılar İdris Dağını.
Gürül gürül akıttılar suyunu,
Hasanoğlan’a.
Köroğlu oldular,
Kafa tuttular Bolu Beylerine.
Yıktılar saltanatını ağaların.
Tolstoy’u Balzac’ı okudular koyun güderken.
Mozart’ı, Bethoven’i çaldılar dağ başlarında.
Moliere’i, Sophokles’i oynadılar.
Horon teptiler Beşikdüzü’nde kol kola.
Halay çektiler Yıldızeli’nde türkülerle.
Diz vurdular Ortaklar’da efece...
Siz,
Her gece,
Mehtaba çıkarken Heybeli’de,
Onlar,
Duvar ördüler,
Çatı çattılar.
Yıldızlara bakarak yaz geceleri,
Harman yerlerinde yattılar.
Kazma salladılar yorulmadan.
Kerpiç döktüler
Kerpiç.
Sızlanmadılar hiç.
Yakıştı nasırlı ellerine,
Kitap ve çekiç.
Başladı yurt harmanında imece...
Bir gece,
Karanlık inlerinden sinsice,
Brütüsler çıktı ansızın.
Çektiler zehirli hançerlerini,
Vurdular sırtlarından haince...
Çıktı mağaralarından yarasalar,
Çıktı halk düşmanları,
Üşüştü sülükler gibi üstümüze.
Emdiler kanımızı,
Doymadılar.
Yıktılar umudunu Türkiyemin.
Aydınlık bir Türkiye gelir aklıma,
Kalkınmış bir Türkiye gelir,
Köy Enstitüleri denince.
Özbek İncebayraktar

Mahmut 'un amcası yaz tatillerinde köyde başta yeğeni  Mahmut olmak üzere tüm gençlere milliyetçi bir dergi olan Milli Yol dergisini okumak için dağıtıyordu. İver Mahmut, Harun, Mahmut Alemoğlu ve ben bu dergiyi bir akşam enine boyuna inceledik... Bizim imece dergisinin milliyetçi versiyonuydu. Ziver, milliyetçi bir dergi olan Milli Yol dergisinde A. Okçuoğlu’nun “Köy Enstitüleri Gericiliği” başlığıyla yayımlanan kısa yazıda köy enstitüleri şu şekilde eleştirilmekteydi:
“Bilindiği gibi, kızıl fesat yuvaları hâline getirilmeye çalışılan köy enstitülerinde uygulanan sistem, on parmağında on marifet! İnsanlar yetiştirmek esasına dayanmakta idi. Bu okullara toplanan gençlere tarımcılık, demircilik, marangozluk, nalbantlık, sıvacılık, sıhhıyelik, ebelik gibi çeşitli el ve kol hünerleri öğretilmeye çalışılıyor ve bu sistemin, köyün kalkınmasını sağlayacak tek yol olduğu fikri savunuluyordu…On parmakta on marifet devri, insanlığın eski çağlarında kalmıştır. Hünerin ve bilginin bölüne bölüne bu kadar çok dala ayrıldığı bir çağda hem Batılılık iddiasında bulunmak hem de ihtisasa sırt çevirmek ne kadar gülünç ve hazindir! İnsan toplumlarının en eski çağlarında, birçok hünerleri şahıslarında toplamış kimseler bulunurdu. Bir insan hem şair, hem doktor, hem musikici, hem büyücü, hem raksçı olabilirdi. Fakat bu çağlarla günümüz arasında ne çok yüzyıllar var! İşte, on parmakta on marifet! Prensibini savunanlar, medenî dünyanın ulaştığı bugünkü ihtisas fikrini reddedip, yüz yılların gerisinde kalmış devirlerin bu zihniyetine dönmek istemektedirler. Evet, iki bin yıl öncesinin her şeyi bilen ulu kişisi yerine, yirminci yüzyılın ikinci yarısında on parmağında on marifet hünerler şampiyonu insan!”


Milli Yol dergisinin bir başka sayısında A. Okçuoğlu “Köy enstitülerinin yeniden açılmasını ısrarla savunanlar, asıl maksatlarını söylemekten kaçınarak, bu isteklerini başka birtakım gerekçelere dayandırmaya çalışmaktadırlar. Bunlardan birisi de köy çocuğunun köyde çalışması» teranesidir. İddia şudur: öğretmen okullarını bitiren şehir çocukları, köyde çalışmak istememektedirler. Bu sebepten köylerimize öğretmen olarak ancak köy çocuklarını göndermek mecburiyetindeyiz. Köy enstitüleri bu vazife için kurulmuşlardı ve bu vazifeyi yapıyorlardı. Bu iddia birçok yönlerden sakat ve yanlıştır.” şeklinde yazmaktadır. Dergi ayrıca enstitülerle ilgili şu sorulara cevap verilmesini beklemektedir:

"Köy enstitülerinde çevrilmek istenilen fırıldakları bilmeyenlere, bu müesseseleri irfan yuvaları, olarak göstermeye çalışmakta olan efendiler, acaba şu sorulara cevap verebilirler mi?

1-Köy enstitülerinin komünist yuvaları hâline getirilmeye çalışılan ve kısmen de getirilen müesseseler olduğunun anlaşılmasının İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı makamında oturmakta olduğu devir bulunduğu yalan mıdır?

2-Köy enstitülerini, içlerine doldurulmuş kızıl müdür ve öğret menlerden temizlemeye çalışan ilk Maarif Vekili CHP’nin en dürüst ve sağlam vekillerinden merhum Şemsettin Sirer değil midir?

3-Sırtına millî kahramanlık elbisesi giydirilmeye çalışılan Tonguç Babanın İlköğretim Umum Müdürlüğünden atılması da İsmet İnönü'nün zamanında olmamış mıdır?Bu zat mademki ilk öğretimi köylere kadar ulaştırma gayretinde olan bir maarif kahramanı idi de İsmet İnönü, vekilinin bu yanlış (!) hareketine niçin engel olmadı?

4-Köy enstitülerinde komünistlik propagandası yapılmamış mıdır? Bu müesseselere müdür ve öğretmen olarak verilen kimseler arasında sicilli komünistler yokmudur?

5-Köy Enstitüleri Dergisi adı ile çıkarılan meşhur dergilerde, enstitü öğrencilerine yazdırılan yazıların büyük kısmı, kızıl edebiyata mahsus hava, fikir, kelime ve mefhumlarla dolu değil midir? Mesela bu dergilerde Allah’ı inkâr eden yazılar çıkmamış mıdır? Mesela bu dergilerde köylüyü şehirliler aleyhine kışkırtan (yani komünizmin sınıf kavgası ruhunu işleyen) manzumeler ve makaleler yer almamışmıdır? Yine bu dergilerde askerlik aleyhine yazılar yazılmamış mıdır? Ve nihayet yine aynı dergilerde okul çatılarının altında bulunması asla caiz olmayan açık saçık, gayriahlaki yazıları görülmemiş midir?"

Harun sessizliği bozan sözleriyle;  Kemal Tahir ise “Bozkırdaki Çekirdek” adlı tezli romanında, köy enstitüleriyle, deyim yerindeyse toplum mühendisliği yapıldığını, tek parti yönetiminin köyden kente göçü engellemeye çalıştığını, rejim bekçisi köy aydını yetiştirmek istediğini, tepeden inmeci bir uygulama olduğunu, oysa ne yapılırsa yapılsın toplumun geleneğinin değiştirilemeyeceğini savlar dedi...

Zühre'nin mandolin çaldığı aksamlar çok ama çok uzak bir ani duruyordu hayalimde... Oysa daha bir hafta yeni olmuştu. 4 Temmuz 1947...  Komşuları ve ahaliden bazıları, onun mandolin çalmasını istemiyorlardı...
Kahvedekilerden aslen Çerkez olan  Hatip dayı iki gün önce köye gelmişti aslında Gani Ağa onu davet etmişti.. Önceleri onun neden köye davet edildiğini anlamamıştım... Bir gün sonra anlaşıldı nedeni... Hatip dayı ismi gibi hitabeti ve hikaye anlatıcılığı çok ama iyiydi...
1940larin sonralarına yol alırken ülkedeki  buhranlı hava gitgide artıyordu... Zühre'yi özlemem dışında galiba hemen her şey değişmişti...

1 kişi beğendi ·
Yazarın diğer paylaşımları;
Sözümoki Mutlaka Bilinmesi Gerekenler
Karşındaki ne yapınca sana samimi geliyor?
X

Daha iyi hizmet verebilmek için sistem içerisinde çerezler (cookies) kullanmaktayız. "Çerez Politikamız" sayfasından daha detaylı bilgilere erişebilirsin.

Anladım, daha iyisini yapmaya devam edin.