Eğer dünyalar tatlısı bir oğlunuz varsa,ölmeyi isteyemiyorsunuz bile. Uçurumun kenarında ,doğanın kokusunu son kez içinize çekerken,onun "anne" deyişiyle geri dönüyorsunuz. İntiharın günahını göze alıyor,ondan vazgeçemiyorsunuz. Eğer bir kere rahminize düşmüşse o can,siz artık size ait olmuyorsunuz. Olduğunuz yerde sayamıyorsunuz. Durmadan değerlerinizi değiştirmek,onu anlamak,ona yetişmek zorundasınız. Eğer narkozun etkisiyle,sizi apar topar uyandırmaya çalıştıklarında alabildiğiniz saliselik nefesle "bebeğim nerede" dermişseniz bir kere,o an bir ömre kredileniyorsunuz. O büyüsün,ayaklarının üzerinde dursun,bana ihtiyacı kalmasın,ondan sonra diyorsunuz. Hayata bağlanmak için salak salak sebepler buluyorsunuz,çünkü sizin biricik yavrunuz depresif bir anneyle uğraşmaya gelmedi bu dünyaya. Ona nasıl yaklaşacağınızı bilemediğimiz zamanlar oluyor,yetemeyeceğinizi düşündüğünüz anlar. Ve sadece o zaman, içinizde minik bir vicdan azabıyla doğurmasa mıydım acaba? diyorsunuz. Ben de neyin eksikliğini hissedecek acaba diye telaşa düşüyorsunuz. Eğer gülüşünde huzur bulduğunuz bir yavrunuz varsa siz artık size ait değilsiniz. "Anayım ben" klişesini bağıra bağıra söylemeye başlarsınız artık. Modernitenin canı cehenneme,ısıra ısıra sever,her gece dualar edersiniz. "Allah'ım nasıl yetiştireceğimi öğret bana " diye.