?“Oysa şiddetle yanılmış. Ve yine anladı ki, hayatı zaten tümüyle bir yanılgıymış.”
?“Kan döken öfkelerle çıldırtan gamsızlığın, taş gibi ağır acılarla isterik neşelerin, hazin doğumlarla gülünç ölümlerin, zehirli nefretlerle zaaflı aşkların, kedi ile köpeğin, eğri ile doğrunun, ak ile karanın ana-baba bir kardeşmişçesine birlikte ve birbirini yiyerek yaşadığı; düzgün hayatlar cephesindekilerin akıllarına sığmayacak kadar karışık, hayat denen muammanın kısa bir özetini andıran, o diğerlerine benzemez sokaklardan geçti. Gitti, döndü, geldi. Birbirlerini tüketerek besleyen, böylece var olanların yaşadığı, nokta kadar bir toprak parçası üzerinde kısa sayılabilecek ömrü, hızlıca tükendi.”
?“Öyle bir aşk bekliyordu ki hayattan, yüzünde birdenbire patlayan bir tokat gibi, onu serseme çevirsin. Eli ayağı tutulsun, kesilsin.”
?“Ama bilmiyordu ki vücudun ruha ihanet etmediği anlar pek azdır.”
?“Ne çok ister insan büyük kederlerin ardından ölüp gitmeyi de, başaramaz. Ruh, başına kara bir hale takarak göğe yükselmek için çırpınır; ama vücut dünyalıdır; yer, içer, yaşar.”
?“İnsan birini sevmeli, hem de çok sevmeliydi.”
?“Sonunda bu hazin hikâyede kimse kârlı çıkmadı.”
?“Artık hiçbir şeyi beklemiyor, sadece yılların verdiği bir alışkanlıkla, pencerelerinden ışık sızan evlere bakarak, böylesi evlerde yaşandığını sandığı mutlu hayatlara imreniyordu.”
?“Ya ölecektim, ya eski yaralarımdan doğacaktım yeniden.”
?“Korkaklığımdı, sinmişliğimdi, kendi içime dönmüşlüğümdü.”
?“Anlatacağım hikâye yaşanmadan az evvel ben; otuzla kırk arasındaydım, evliyle bekâr arasındaydım, sağ ile ölü arasındaydım. Düz, uzun ve ince bir çizgiyi andırırdı hayatım. Bir hastanın ölüm ânı gibi bir şeydi bu. Sanki ben bu uzun ve ince çizgi üzerinde, sonsuza kadar yürüme cezalısıydım.”
?“Ben bir avuç küldüm, üfleyip dağıtmışlardı.”
?“Bin yıl yaşamış gibi hissediyordum kendimi.”