Bazen durup kendime soruyorum:
Ne zaman bu kadar farklılaştık?
Ben hâlâ aynı gömleği yıllarca giyebiliyorken, bir başkası neden üçüncü ayda sıkılıyor o kıyafetten?
Açık konuşayım, benim için ne giydiğim hiç önemli olmadı. Marka mı, değil mi? Umurumda değil. Üzerimde duruyorsa yeter. Yırtılmadığı sürece senelerce giyerim. Ama yanlış anlaşılmasın—bu, yıpranmış kıyafetler içinde dolaştığım anlamına gelmiyor. Temiz, sade, özenli giyinirim.
Kendime yakıştırdığım sürece, gösterişli olmasına gerek yok.
Hayatım boyunca bir şeyi eskitmeden yenisini alma huyum olmadı. Varsa kullanırım. Yoksa da dert etmem. Yeni bir şeye para harcamadan önce, hep kendime şu soruyu sorarım: “Buna gerçekten ihtiyacım var mı?”
Çoğu zaman cevabı hayır olur zaten.
Elimde olanla mutlu olmayı öğrendim diyebilirim. Bu da bir olgunluk belirtisi mi bilmiyorum ama, bana iyi geliyor.
Ama sonra dönüp bakıyorum… Bugünün gençleri, belki de benim eski yaşlarımda olanlar… Farklı bir rüzgârın içindeler. Her şey marka, her şey gösteriş. Popülerlik diye bir tanrı var sanki. “Bu orada giyilmez”, “Şunu paylaşmazsam ayıp olur”, “Bu fotoğrafı atmazsam eksik kalırım…” Bir çeşit kölelik bu. Üstelik altın zincirli.
Bazen ben de etkileniyorum. Açık söyleyeyim, paylaşmak istediğim bir şeyi bile “Acaba ne düşünürler?” diye birkaç kez tarttığım oluyor. Oysa eskiden öyle miydi? Ne hissediyorsam onu yapardım. Şimdi bir şey değişti. Belki zaman, belki ben…
Belki de yaşlanıyorum.
Ama belki de sadece “yeter” demeyi öğreniyorum.
Ve bir de sosyal medya var.
Ah, sosyal medya…
Bir çılgınlık bu. Her anın görseli, her kahvenin fotoğrafı, her gülüşün filtresi var. İnsanlar anı yaşamıyor artık, arşivliyor. Her şey kayıt altında, ama hiçbiri gerçek gibi değil. Eskiden ben de fotoğraf çekmeyi çok severdim. Çeker, saklar, sonra tek tek bakardım. Şimdi fark ediyorum: Benim o kadar da çok fotoğrafa ihtiyacım yokmuş aslında. Çünkü ben oradaydım. O anı yaşadım. Zihnimde, kalbimde bir yer açtıysa zaten unutulmaz.
Şimdi biriyle bir şey paylaşırken bir poz veriyorum, ama aslında içim “Ben oradaydım, yeter” diyor. Her şeyin görseli olmasına gerek yok. Birkaç kare, birkaç duygu… Kimi zaman hiçbir şey bile yeter.
Bugünün dünyasında insanlar kendileri için değil, başkaları için yaşıyor gibi. Sırf başkaları görsün diye güzel giyinip, sadece başkaları duysun diye konuşup, yalnız kalınca yorgun düşüyorlar. Ama kendileriyle hiç vakit geçirmiyorlar.
Belki de her şeyin başı, biraz susabilmek.
Biraz durabilmek.
Ve gerçekten orada olabilmek.