Gazze yanıyor, Gazze ölüyor. Fiziken bir harabeye dönüşecek, toprağında derin yaralar açılacak belki de. Ama bu yangın, sadece bir şehrin sonu değil; insanlığın uzun süredir uykuya dalmış vicdanının sarsılarak uyanışının da habercisi. Gazze belki yok olacak, lakin onun sayesinde insanlık yeniden doğuyor. İki milyarlık İslam âleminin yıllardır kürsülerde, konferanslarda, diplomatik masalarda yapamadığını, bir avuç Gazzeli; kanıyla, direnişiyle ve onuruyla başarıyor: İnsanlığın bam teline dokunuyor.
Dünya, modern çağın getirdiği rahatlık ve bencillikle sarmalanmış, adaletsizliklere karşı duyarsızlaşmıştı. Sayılar, istatistikler, uzak diyarlardaki acılar, ekranlarda bir haber başlığı olmaktan öteye geçemiyordu. Ta ki Gazze’nin çığlığı, bu kalın duvarları yıkana kadar. Enkaz altından çıkarılan cansız bir çocuğun bedeni, bir annenin feryadı, bir babanın çaresiz bakışları; artık sadece bir "Filistin meselesi" değil, evrensel bir insanlık trajedisi haline geldi. Gazze, insanlara en temel değerleri hatırlattı: Adalet, merhamet, onur ve zulme karşı durmanın kaçınılmaz gerekliliği.
İşte tam bu noktada, kürsülerden yıllarca vaaz verenlere inat, bir avuç toprak parçası dünyaya imanın ve direnişin ne demek olduğunu gösterdi. Onların sessiz çığlığı, milyonlarca insanın yüreğinde yankı buldu. Cami avlularında anlatılan Peygamber kıssalarındaki sabır ve metanet, Gazze’de canlı bir şekilde sahneleniyordu. Sokaklarda, üniversitelerde, sosyal medyada yükselen itiraz, geleneksel dinî söylemin ulaşamadığı bir etkiye ulaştı. Zira Gazze’nin mesajı sözle değil eylemle; teoriyle değil pratikle veriliyordu.
Peki, ya bilinçli vaizlerimiz olsaydı?
Bu acı soru, zihinleri kurcalıyor. Yıllar boyunca İslam coğrafyasının dertleriyle daha derinden hemhâl olmuş, siyasi analizleri kınamanın ötesine geçebilen, halkı sadece ahirete hazırlayan değil, dünyadaki zulme karşı da bilinçlendiren bir dinî dil geliştirebilseydik, Gazze bu hale gelir miydi? Eğer kürsüler, yalnızca bireysel ibadetlerin değil, toplumsal sorumluluğun, adaleti ayakta tutmanın ve mazlumun yanında olmanın imanın bir gereği olduğunun anlatıldığı yerler olsaydı, bugün iki milyarlık bir güç, etkisini daha anlamlı bir şekilde gösterebilir miydi?
Gazze, bize sadece bir zulmü değil, aynı zamanda büyük bir eksikliği de gösterdi. Gösterdi ki, gerçek değişim, kalplerde başlar. Ve kalpler, ancak samimi, çilekeş ve hakikate adanmış bir duruşla harekete geçer. Gazzeliler, bu duruşu sergiliyor. Onların direnişi, pasif bir duanın değil, aktif bir sabrın; yılgınlığa karşı umudun, ölüme karşı yaşam iradesinin sembolü haline geldi.
Sonuç olarak, Gazze’nin taşı toprağı, insanlığa büyük bir ders veriyor: Zulüm asla nihai zaferi kazanamaz. Bir şehrin enkaza dönüşmesi, fikirlerin ve inançların ruhunu asla yok edemez. Aksine, bu enkazın arasından daha güçlü bir şekilde filizlenen bir bilinç doğar. Gazze yanarken, insanlığın vicdanı da arınıyor. Ve belki de Gazze’nin bu fedakârlığı, yarınlar için daha bilinçli, daha sorumlu ve daha adil bir insanlığın temelini atıyor. Gazze düşmeye yaklaştıkça, insanlık ayağa kalkıyor.