Sonunda aklıma parlak bir fikir geldi: Yardım kuruluşları! Hemen gönüllü başvurusu yaptım. Gidilecek yer bölümüne "Suriye"yi işaretlerken kalbim kuş gibi çırpınıyordu.
Ertesi sabah gelen e-posta beni sevinçten uçurdu:
"Arapça seviyenizi ölçmek için merkezimize bekliyoruz."
Mutluluktan ellerim titriyordu. Koşarak Seher'i aradım:
"Yakında geliyorum!"
Sesi önce şaşkın, sonra endişeliydi:
"Deli misin sen? Herkes buradan kaçmaya çalışırken..."
Cevabım kararlıydı:
"İnsanların burada kalacak kıymeti yok belki... Ama benim var!"
Sessizliğinde hissettim: Vakur duruşuyla sakladığı o minicik sevinci...
Eğitim Kampı Gerçeği:
İki hafta sonra çadırlı kamptaydım. Uzmanlar uyarıyordu:
"Yollar mayınlı, hastalık kol geziyor, bombalar rastgele düşüyor!"
Ama benim kulaklarımda sadece bir ses çınlıyordu: "Seni görmeden ölmek istemiyorum..."
Sertifikalar için başvurumu tam tamamlamıştım ki o kara haber geldi:
"Annen yoğun bakımda!"
Vicdan Sancısı:
Uçağa atladım. Hastane koridorunda kendimden nefret ettim:
"Sevdaya dalıp anamı unuttum!"
Kendimi kollarına atamayacağım diye ödüm kopuyordu. İki hafta boyunca camın ardından soluk benizli yüzüne baktım. Doktorun "Şuuru açıldı"deyişiyle dünya yeniden doğdu!
Odaya girdiğimde annem, zayıf kollarını açtı:
"Evladım! Seni bir daha göremeyeceğim diye..."
Sarıldığımda çocukluğuma döndüm. Ateşler içinde bile soruyordu:
"Karnın aç mı yavrum?"
İşte o an anladım: Annelik; Yaradan'ın yeryüzüne uzanan rahmet eliydi.
Köydeki Sessiz Çığlık:
Taburcu olduk. Köy odasında çay demlerken, anamın gözleri omuzlarıma çakılı kaldı:
"Evladım... Omuzların dünya yüküyle çökmüş. Söyle anneciğine, hangi yara kanıyor yüreğinde?"
"Yok" dedim ama bileğimi tuttu:
"Bir anne kalbi, evladının yüreğindeki yangını nasıl sezmez?"
Sessizce ağladık. Ona anlatamazdım: Bir yanda can veren anam, bir yanda can alan vatan!