Bazen gitmek gerekir. Kısmetin olmayan şeyi zorla kısmet yapamazsın. Acırsın, ağrırsın, susarsın; ama o suskunluk aslında içindeki feryadı temsil eder. Susuyorsun ama sustuklarını birisi duysun istersin. Duymayacak. Ayrılırsın fakat hazır değilsindir. İşte böyle anlarda sadece gözlerin ıslanır. Elin kolun kalkmaz, yüzün ifade yitirmiştir. Sadece gözlerin yaşarır, yanaklarını ve kalbini ıslatır. Üstelik içinin acısını paylaşacak bir dostun yoksa işin çok daha zordur. Bir dost ararsın. Yaptığın hataları, yanlışları gören ama dibe vurduğun o anlarda sana ölümcül darbeyi indirmeyen bir dost… Bu dost bir köpek, bir kedi, bir kuş ya da insan olabilir. Ama yoktur. Yalnızsındır. Bir Yaradan vardır; varlığıyla içini biraz olsun ferahlatan. Dua edersin. Bu ara zaman da akıp gidiyor, senin için ayrılan zamanı tüketiyor. Tam “Onu unuttum” dediğin anda, yaşının rakamları bir bir artıyor. Hayat bomboş. Zaman sana verdiği her şeyi birer birer elinden alıyor. En sonunda geriye çürük bir ruh, buruşmuş ve kurumuş bir beden kalacak. Sonra ölümcül darbe gelecek ve onları da alacak senden. Püfff... Yok olacaksın. Ve ancak o zaman, sen yok olduktan sonra O’nu unutacaksın.