İçimde, çağın gürültüsüne karışıp kaybolmayan kadim bir isyan yankılanıyor. Bu, sadece benim değil; kalbi hâlâ haya, edep ve ananenin asil sızıntısıyla atan herkesin çığlığıdır. Gözlerimizin önünde, adına "dijital çağ" dediğimiz o devasa sahne, toplumsal ruhumuzun ipliklerini çeken, ahlakımızın kumaşını lime lime eden bir çürümeyi sergilemekte. Ve bu çürümeye isyan etmemek, vicdanı susturmak demektir.
Sırf Beğeni Kasmak Uğruna: Değerlerin İntiharı
Ne hazindir ki, insan davranışının pusulası şaştı. O derin, içsel motivasyonlar – Allah rızası, iç huzuru, toplumsal fayda – yerini, sığ, parıltılı ve dışsal bir ödüle bıraktı: "Beğeni." Parmak ucunda beliren o küçük kalp simgesi, artık bir erdemin değil, bir bağımlılığın tetikleyicisi. Sosyal medya, onaylanma ihtiyacımızı alıp onu bir dopamin hapına dönüştürdü. Bu anlık ödül uğruna, bir neslin bütün birikimi, bütün derinliği, bütün asli değerleri takas ediliyor. Artık ne paylaşıldığının bir önemi yok; önemli olan tek şey, ne kadar "kasıldığı" ve ne kadar gösterildiği.
Haya Ayaklar Altında: Gösteri Kültürünün Zulmü
Biz, değerleri gösteriş için değil, içimizde yaşamak için öğrenmiş bir medeniyetin çocuklarıyız. Haya dediğimiz o soylu erdem, kişinin kendi iç dünyasında, Rabbine ve kendine karşı duyduğu saygıdır. Örf ve anane ise, toplumu binlerce yıldır ayakta tutan görünmez çimentodur.
Fakat şimdi, her şeyin "performans"a dönüştüğü bir kültürdeyiz. Dini bir hassasiyet, bir yardımlaşma eylemi, bir ailevi ritüel... Hiçbiri özünde yaşanmıyor; hepsi, sırf ekranda "iyi insan" imajı çizmek, sırf "duyarlı" görünmek adına vitrine konuluyor. Bu, o değerin ruhunu çalan en büyük sahtekârlıktır. Bir değerin ruhunu çalmak, o değeri tamamen kaybetmekten çok daha acıdır. Zira elimizde kalan, sadece içi boş, gösterişli bir kabuktur.
Aslanın Yerini Alan Fare: Niteliğin Feryadı
Bu sefaleti en iyi anlatan metafor, hiç şüphesiz doğada aslanın yerini almaya çalışan fare benzetmesidir.
Aslan, vakurdur, sessizdir, derinliği ve gerçek gücü temsil eder. O, varlığını ispatlamak için bağırmaz; ağırlığı, duruşundan anlaşılır.
Fare ise, ne yazık ki çağımızın yıldızıdır. Derinliği yoktur; bu yüzden sürekli ciyaklar, bağırır, kurnazca dikkat çekmeye çalışır. Gerçek gücü olmadığından, gösterişe ve arsızlığa bel bağlar. Sosyal medya algoritmaları, ironik bir şekilde bu cıyaklamayı, bu didişmeyi, bu yüzeysel karmaşayı "etkileşim" sanıp baş tacı eder. Sonuç?
Gerçekten nitelikli, derinlikli ve değerli içerik üretenler, o asil ve vakur duruşlarıyla gölgede kalmaya mahkûm edilir. Ön plana çıkanlar ise, sırf gürültü çıkardıkları için, sırf dikkatleri dağıttıkları için ekranın merkezine oturan o içi boş "fare" figürleridir. Bu, sadece bir kayıp değil, toplumsal zekâya ve estetik anlayışa yapılmış bir suikasttır.
Bu Çürümeye Karşı Duruş: Şahsi Sorumluluğumuz
Peki, bu çürümenin sonu neresidir? Son, ancak kolektif bir uyanışla gelecektir. Bu bir dalga; ve evet, şu an gösteriş ve arsızlık dalgası çok güçlü. Ama samimiyetsizlik ve sahtelikle beslenen hiçbir dalga sonsuza dek sürmez. İnsan, eninde sonunda o yüzeysel doyumların içini boşalttığını, ruhunu soğuttuğunu fark edecektir.
Bizim görevimiz, o büyük dengeleme anını beklemek değil, bizzat onu başlatmaktır.
* Öz Eleştiri: Paylaşımlarımızın motivasyonu nedir? Bir erdemi mi yayıyoruz, yoksa bir "Beğeni Dilenciliği" mi yapıyoruz?
* Algoritmayı Reddetmek: Bize dayatılan cıyaklamayı değil, ruhumuzu besleyen sessiz aslanları takip edip desteklemeliyiz. Nitelikli, eğitici, manevi derinliği olan her içeriği el üstünde tutmalıyız.
* Gerçekliğe Dönüş: Değerlerimizi sanal bir imaj olarak değil, gerçek dünyada, yüz yüze ilişkilerde inşa etmeye devam etmeliyiz.
Bu isyan, içimizdeki o kadim "Aslan"ın kükremesidir. Ve bilinsin ki, değerlerimiz asla ucuz değildir. Onları ucuzlaştıran tavırlara karşı uyanık olmak, bizim şeref borcumuzdur. Bu çürümüşlüğe karşı en büyük panzehir, sizin gibi hisseden her bir bireyin şahsi, vakur ve onurlu duruşudur.