Diyarbakır surlarından attılar beni, anne,
Kara taşların gölgesinde savruldum.
Rüzgârlar sardı bedenimi,
Dicle’nin soğuk suları vurdu yüzüme.
O surlar ki binlerce yıl tanık olmuş her acıya,
O taşlar ki ne anaların feryadını,
Ne yiğitlerin nara atan yüreğini unutmuş.
Ama ben, anne,
Yalnızdım o taşların arasında.
Attılar beni, anne,
Bir suçum yokken zamanın çarkında,
Bir köşeye savruldum,
Gözlerimde senin umudun ışığıyla.
Taşların soğukluğunu hissettim,
Surların sessizliğinde kendi çığlığımı duydum.
Ve anladım, anne,
Diyarbakır surları bile bazen insanı yalnız bırakır.
Ama biliyor musun, anne?
O taşların sertliği,
O surların yüksekliği,
Beni yılmadım, dimdik durmayı öğretti.
Attılar beni, ama ben düştüğüm yerde kalktım,
Kendi acımla yüzleştim,
Kendi gücümü buldum.
Ve fısıldadım o taşlara:
“Ben buradayım! Beni attığınız yer benimdir artık!”
Ey kara taşlar, ey bin yıllık surlar,
Ben de sizin gibi dimdik duracağım.
Ne rüzgâr, ne su, ne zamanın yükü,
Beni yıkamayacak.
Attılar beni, anne,
Ama senin duasını yanıma aldım,
Ve her düşüşümde, senin sevginde kalktım.
Diyarbakır surlarından attılar beni,
Ama ben artık yalnız değilim,
Çünkü senin sesin, senin gözlerin,
Her taşta, her nefeste benimle.