Ey şâh-ı diyarlar, Diyarbekir, nice kudret mekânı,
Tarih kokan duvarların, yüce medeniyetin pâk kânı.
Surlarıyla göğe yükselmiş kudretin nişânesi,
Her köşesi hatıra, her taşında bir hikâye saklıdır.
Mardin’den Musul’a, Mezopotamya’nın bağrında,
Serin Dicle nehri akıp gider şâhane.
Kervanlar geçmiş, fatihler gelmiş,
Ama sen dimdik durmuşsun zamanın rüzgârına.
Minarelerin semâya uzanır,
Her ezan yankısı kalplere huzûr verir.
Çarşıların, hanların, hançer gibi dar sokakların,
Birer tarih kitabı gibi, her adımda feyz verir.
Ey Diyarbekir!
Kervanların dinlediği gölge oldun,
Şairlerin ilham aldığı maden,
Savaşın, barışın, aşkın ve gözyaşının şahidi.
Her taşında yadigâr eski devirlerin,
Her surunda mukaddes bir iz var.
Gözlerimde bir büyü, gönlümde bir tutku,
Seninle nefes alırım, seninle yaşarım.
Ey diyar-ı güzellik, medeniyetin beşiği,
Hakkın kudretini işleyen ustaların mekânı.
Her sabah Dicle’nin serinliği ile uyanır,
Her akşam güneşin kızıllığında yatar huzûrla.
Ne zaman baksam surlarına,
Görürüm asırlar boyu dimdik duran yiğitleri.
Ve bilirim ki sen, Diyarbekir,
Sadece bir şehir değil,
Bir tarih, bir efsâne, bir gönül mabedisindir.