Yeterince düş kırıklığı yaşamadık mı,
Her gülüşün ardından saklanan gölgeyi hissetmedik mi?
Sevda dedikçe kalbimiz paramparça olmadı mı,
Ve umut dedikçe avuçlarımız boş kalmadı mı?
Yollarda yürüdük, izimiz kaldı mı
Yağmurun altında, ıslanan hayallerimizle?
Kelimeler söyledik, sessizlik geri döndü,
Ve sözlerin ardında yalnızlık dans etmedi mi?
Bir dost yüzü aradık, el uzattık,
Ama bazen ellerimiz boşluğa değdi.
Gözlerimizle gördük, yüreklerimizle hissettik,
İnsanın insana yaptığı kırıkları, onarılmaz sandık.
Sevmenin de acımanın da bir sınırı vardı,
Ama biz sınırları zorladık hep.
Her kırık kalpte yeni bir yara açıldı,
Ve her yara bize biraz daha büyümeyi öğretti.
Yeterince düş kırıklığı yaşamadık mı?
Her “yeter artık” dediğimiz anda,
Hayat bir başka hayal daha kırmadı mı?
Ve her sabah, yeni umutlarla uyanıp,
Aynı eski hüsranla baş başa kalmadık mı?
Ama işte hâlâ buradayız,
Yorgun, hüzünlü, bazen kırık, bazen umutlu.
Düş kırıklıkları içinde, hayatın ta kendisini kucakladık.
Ve öğrendik ki, her kırık, bir ders;
Her acı, bir bilgelik;
Her terk edilmiş hayal, yeni bir başlangıç için sessiz bir davet.
Belki de yeterince düş kırıklığı yaşadık,
Ama hâlâ seviyor, hâlâ bekliyor, hâlâ hayal kuruyoruz.
Çünkü düş kırıklığı, hayatın karanlık yüzü değil,
Işığa ulaşmanın acılı ama zorunlu yolu…