Bir duvar var. Bembeyaz, bomboş. Baktıkça gözüm dalıyor. Bıraksalar belki saatlerce bakarım farkında olmadan. Ne düşündüğümü niçin düşündüğümü bilmeden. Belki kaybolan yıllar, belki de yitip giden zaman. Ve durmayan akrep ile yelkovan. Bu böyle olmaz diyerek, duvara bir çivi çakıyorum önce. Minik bir ah çekiyor ilk darbede. Belli ki canı acıdı. Korkma geçti diyorum. Üflüyorum hem tozları gitsin hem de acısı dinsin diye. Kinaye ederek bakıyor bana. Sanki tablo asınca her şey düzelecek diyor. Kendimi kandırdığımın o da farkında. “Claude Monet ve Nergisleri” gibi, iştah açıcılar sana yaramaz! seni ancak “Frida Kahlo’dan yaralı geyik” paklar diyor. Haklı! Susuyorum. Dudağımın kenarında beliren minik gülümseme anlatıyor fazlaysıyla. Daha fazla konuşup kelimeleri zayi etmiyorum. Parmağımla kontrol ediyorum son kez. Çivi kımıldamıyor. Ancak parmağım kanıyor. Kulağıma fısıldıyor duvar; çivi sağlam, ama kalbin kırık diyor. O an da acı falan kalmıyor hissizleşiyorum. Sivri dili ile iğneye gerek kalmadan uyuşturuyor beni anında. Duvara bardak dayayan yan komşular inanmıyor duvarla konuştuğuma. Kesin biri var diye linçliyorlar sürekli. İçimde çelişen diğer ben’in, benimle olan kavgasından habersizler. Gürültüsüz çığlıklarımı bir tek sabaha karşı pencereme konan martılar duyuyor. Bir bakıyorum sabah olmuş. Ama güneş girmiyor içeri. Duvar ise hâlâ karanlık, benden bir ışık bekliyor…
