Bazen öyle oluyor ki, saatlerce konuşasın geliyor. İçinde bağıran cümleler ruhunu sıkıştırdıkça yeter artık diyerek dışa vurasın kulaklarını sesinle tırmalayasın geliyor. İç huzursuzluk ayyuka çıktığında, içinde kelimeleri sığdıracak yer kalmadıkça kusarak yer açasın gerektiğini anlıyorsun. Tıpkı midende biriken fazlalıkları parmak basıp kusunca rahatlayacağını düşünmek gibi. Zamana bakmadan kimseye aldırış etmeden kendi kendine söylenmek. Ya da kendini, kendine şikâyet etmek. Artık her neyse. Ne de olsa söyleyen de sensin dinleyen de. Deli muamalesi görme korkusundan arınmış bir özgüvenle çiçek açmışsın. Sırtında heybe niyetine taşıdığın tonlarca cümleler her birinin içinde yüzlerce kelimelerin var. Yüklenmiş gidiyorsun. Ayakların değil ama beynin bir yerden sonra uyuşuyor, bu ağırlığın altında güçsüz kaldığını ve ezildiğini hissediyor. Sonra sende bir kabak çiçeği gibi açılıyorsun. Bir anda çıkarıyorsun baklaları ağzından. Balıkların yavrulamasına benziyor halin tavrın. Ama gocunmuyorsun. Çünkü her döküldüğünde farkında olmadan şifalanıyorsun. Hafiflediğini dengelendiğini hissediyorsun. Dudağının kenarına düşmüş belli belirsiz bir gülümseme tanesi yetiyor da artıyor mutlu olmana. Arkasından gelen bir “oh be” kelimesi bitirilmiş bir kitabın son sayfası veya izlenmiş bir filmin son sahnesi gibi geliyor. Rahat bir uyku çekecek olmanın hafifliği ile bebek gibisin. Artık uyuyabilirsin :)