Günümüz dünyasında maalesef ki derin bir sosyal çürüme yaşanıyor. Bu çürüme; sadece ahlaki değerlerin zayıflamasıyla değil, insanın insana olan güvenini kaybetmesiyle, sevginin yerini çıkar ilişkilerinin almasıyla ve samimiyetin yerini gösterişin doldurmasıyla kendini gösteriyor.
Artık insanlar birbirini anlamaktan çok, birbirini yargılamayı tercih ediyor. Paylaşmak, yardımlaşmak, empati kurmak gibi insani değerler; yerini bireyselliğe, bencilliğe ve duygusal soğukluğa bırakmış durumda. Toplum, başarıyı karakterde değil; para, statü ve popülerlikte arıyor. Böylece sahte mutluluklar içinde yaşayan, fakat içten içe tükenen bir nesil yetişiyor.
Sosyal medyanın da etkisiyle, insanlar kendilerini olduğu gibi göstermekten utanıyor; kusursuz bir imaj uğruna ruhsal yorgunluk çekiyor. Gerçek ilişkiler sanal beğenilere, dostluklar menfaat hesaplarına dönüşüyor. Duygular bile “trend” haline getiriliyor; sevgi, öfke ya da hüzün bile “görünür olmak” için yaşanıyor.
Bu çürümenin en acı yanı ise, değerlerin değersizleşmesi. Saygı, sadakat, merhamet gibi kavramlar unutuldukça toplumun temelleri sarsılıyor. İnsan, insana yabancılaşıyor; vicdan, modern dünyanın gürültüsünde sessizleşiyor.
Oysa kurtuluş yine insanda gizli. Yeniden insan olmayı hatırlamakta, kalbimizin sesine kulak vermekte, menfaatin değil vicdanın yolunu seçmekte. Sosyal çürüme; toplumsal bir hastalıktır, ama tedavisi bireysel bir uyanışla başlar.
İnsan, yeniden insan olmayı seçtiğinde; dünya da yeniden yaşanılır bir yer olur.