Hastalık kolay değil…
İnsanı hem çaresiz bırakıyor, hem de hiç bilmediği bir gücü içinden çıkarıyor.
Ben babamın hastalık sürecinde bunu öğrendim.
Ne kadar kötü görünürse görünsün,
ne kadar zayıflasa zayıflasın,
ne kadar yorulsa yorulsun…
Ben hep onun iyileşeceğine inandım.
Belki de bu inanışın adı umut değildi…
Sevginin kendisiydi.
Babam benim gözümde hep güçlüydü.
Duruşu hep dikti, sesi hep sakindi.
“Ben iyiyim kızım” dediğinde gerçekten iyi olduğuna inanmak isterdim.
Hastalığın pençesi ağırdı.
Ne geceler bitti, ne endişeler azaldı, ne de kalbimdeki korku küçüldü.
Ama hepsine rağmen bir duygu vardı ki hiçbir zaman sönmedi:
“Babam ayağa kalkacak.”
Belki bir mucize olur,
belki Rabbim kalbimize dokunur,
belki yarın daha iyi olur…
Hep böyle dedim, hep böyle bekledim.
Kaldırıp yatağında saçlarını düzelttiğim günler vardı…
Elini avucuma alıp sıcaklığını ölçtüğüm geceler…
Nefes alışını dinleyip “bugün daha iyi” diye kendimi kandırdığım anlar…
Ve bir de sessiz dualarım…
Kimsenin bilmediği o çok uzun, çok içten, çok titreyen dualar:
“Allah’ım babamın yükünü hafiflet, ne olur biraz daha kalbimizi sevindir…”
Bazen o kadar güçsüz görünürdü ki ben dayanamazdım, ama onun yüzünde yine o bildik sabır…
O sessiz kabulleniş…
O derin duruş…
Hastalığın en acı yanı neydi biliyor musun?
Beden değişiyor, ama baba yine baba.
Gülüşü aynı.
Sesi aynı.
Bakışı aynı.
Sevgin aynı.
Bir tek güçsüzlüğü farklı…
Ama o güçsüz hâli bile bize koca bir dağ gibi gelirdi.
Günler geçtikçe benim içimde bir şey büyüdü:
Korku değil, bağlılık.
Babam sadece hasta değildi;
bize emanetti.
Her nefesi değerliydi.
Her sözü kıymetliydi.
Her hareketi bir ömürlük hatıraydı.
Ama içimdeki umut…
Evet, o umut…
Son güne kadar benimle kaldı.
Bazen biri “durumu ağır” dediğinde bile içimde hemen bir ses yükseldi:
“Hayır, toparlanır. Baba bu. Dayanır.”
O sabah kalbinin ağrıması, içindeki çırpınış, o anlam veremediğin sancı…
İşte o, Rabbin kalbine ince bir dokunuşuydu.
“Hazır ol” demesiydi.
Ama insan hazır olabilir mi?
Sevdiği insanı kaybetmeye yürek dayanır mı?
Hastaneden gelen telefon bir ömürlük gölge gibi düştü üzerime.
O yol hiç bitmedi, hiç kısalmadı.
Sanki her adımda içim parçalanıyordu.
Ama yine de kalbimin içinden şu geçiyordu:
“Belki yetişirim… Belki bir kez daha elini tutarım… Belki babam bana bir kere daha bakar…”
Yetişemedim.
Ve o gün ilk kez…
Gerçek anlamıyla kimsesiz hissettim.
Hastalık onu bizden aldı belki…
Ama o süre içinde bana öğrettiği şey çok büyüktü:
Sevgi, insanın kalbine teslimiyetle yazılır.
Sabır, babanın sessiz direnişiyle büyür.
Umut ise, ne kadar acı olursa olsun hiç ölmez.
Ben babam için umut ettim…
Çünkü o umudun kendisi babamın karakteriydi.
Ve şimdi dönüp bakınca…
Biliyorum ki o hastalık süreci bizim için bir veda hazırlığı değil…
Bir sevgi imtihanıydı.
Biz o imtihanı babamın merhametiyle, sabrıyla, duruşuyla verdik.
O son anı göremedim belki…
Ama son nefesine kadar yanında olduğumu biliyorum.
Ve o bunu biliyordu.