Giriş yap! Hesap oluştur!
Nedir?
Ara
Şifreni mi unuttun?
Hayatın AcıTatlı Hediyesi - Sözümoki
24 Ağustos 2019, Cumartesi 22:54 · 908 Okunma

Hayatın Acı-Tatlı Hediyesi



Hayat, acısıyla tatlısıyla, kederiyle neşesiyle Yaradan’dan bana sunulmuş eşsiz bir hediyeydi... Lakin insan, duygularını bir pranga gibi bağlayıp da bastıramıyordu işte. Yan odada küçücük kızım, gözlerimin önünde soluk yüzüyle Seher, elimde koltuk değnekleri, ayakta zorlukla durmaya çalışan ben… Belki de tüm bu sancılı bekleyiş, şafağı sökmek üzere olan yeni bir mutluluğun, hayatımıza açılan yepyeni bir kapının habercisiydi…
Hastaneden ayrılışımız, adeta içimize saplanan bir sızı gibiydi. Seher taburcu olmuştu, vücudu toparlanmaya başlamıştı ama kızımız... Kızımız, minicik bedeniyle, henüz tamamlanmamış bir mucize olarak küvezde kalmaya devam edecekti. Orası, onun için daha steril, daha güvenli bir ortamdı; gelişene, güçlenene kadar orada kalmak zorundaydı. Seher'i sakinleştirmek, denizdeki fırtınayı durdurmaktan farksızdı.
"Her sabah geleceğiz görmeye zaten," diyordum, sesimde kendi çaresizliğimi gizlemeye çalışarak ama nafile. Sözlerim, onun içindeki anne özlemini dindiremiyordu. Eve varana kadar, gözyaşları yanaklarından süzüldü, her damla yüreğime bir kor gibi düştü. Hayatımda çok zorlu anlar yaşamıştım ama bu hiçbirine benzemiyordu. Gece boyunca uyuyamamıştık; ikimiz de yatakta, koca bir boşluğun içinde, çaresizce oturuyorduk. Sanki dünya üzerimizden çekilmişti. Seher'in sesi, karanlıkta yankılandı: "Sabah erken gidelim olur mu? Acaba ağlayınca nasıl susturuyorlar? Kucaklarına alırlar mı?" Başını omzuma yaslamış, buğulu gözlerle bana bakarken, o sorunun cevabını ben de bilmiyordum. Sadece sarılıp sessizce ağlamak istiyordum.
Benim içimde de bir fırtına kopuyordu. Ona hastalığı hakkında tek kelime edememiştim; nasıl anlatacağımı, hangi kelimelerin acısını dindirebileceğini düşünüyordum. Annem bana, "Evladım, biraz bekleyin. Doğum sonrası vücut kendini yeniler. Takiplere devam edin ama lohusa anneye kesinlikle tıbbi müdahale yaptırma," demişti. Annemin bu bilgece sözleri zihnimde dönerken, Seher'in sesi düşüncelerimi böldü. "Daldın yine! Benden bir şeyler saklıyorsun, bunu biliyorum... Beni seviyorsan anlatırsın!"
O an ne diyeceğimi bilemedim. Kalbim hızla çarpıyordu. "O nasıl söz? Bahar gözlüm, yaşadıklarımız üst üste geldi, çıkamadım içinden. Sende ufak bir rahatsızlık var; tetkikler devam edecek. Karaciğerinde bir aksaklık var," dedim, kelimeleri özenle seçerek. Sanki bir bıçak darbesi yemiş gibiydi. Gözleri faltaşı gibi açıldı ve dudaklarından acı bir feryat döküldü: "Vaveylaaaaa!" Sonra beklenmedik bir şekilde, "Ben sana hiç anlatmadım! Nasıl unuturum bunu? Bu çocukluğumdan beri süren bir şey. Doktorlar ameliyat önerdi ama babam izin vermedi. Korkma! Bana bir şey olmaz!" dedi.
Donakalmıştım. "Nasıl yani? Sen bu rahatsızlığını biliyor muydun?" Sesim titriyordu. "Evet, hem de 10 yıldan fazla oldu. Üzüm pekmezini, limon ve sirkeyi ondan kullanıyorum devamlı." İnanamıyordum. "Ben seviyorsun diye düşünüyordum!" Dudaklarında buruk bir gülümseme belirdi. "Bundan dolayı zayıfım hep. Peki bana neden bahsetmedin?" Gözlerinde garip bir mahcubiyet vardı. "Bilmiyorum, konusu geçmediği içindir."
Tüm öfkem, tüm korkum bir anda dışarı fışkırdı. "Seher, sen benim neler yaşadığımı biliyor musun? Böyle bir şey saklanır mı? Son bir haftadır kalbim ortadan ikiye ayrılacak gibiydi neredeyse..."
Mahcup bir şekilde elimi tuttu. Parmaklarıma kenetlenen minik parmakları, içimdeki öfkeyi bir nebze dindirdi. Başını kalbimin üzerine koydu, nefesini tenimde hissettim: "Unutmuşum. Özür dilerim. Sen nefes al diye ömrümü veririm uğruna." Gözlerim dolmuştu. Bu sözler, tüm acılarımı unutturmuştu. "Ama yine de biz tedaviye devam edelim, aksatmayalım. Oh be, rahatladım biraz!" İçimden koca bir yük kalkmıştı sanki.
Gözlerimin içine baktı, sesi kısık ama kararlıydı: "Ben ölürüm diye korktun mu?" Gözyaşlarımın akmasına izin verdim. "Evet, hem de çok," dedim, boğazım düğümlenerek. "Ama benim kadar korkmamışsındır. Seni arabanın yanında, dizlerinin üstünde kanlar içinde görünce aklımı yitirecektim. O anı unutamıyorum. Seni kucağıma aldığımda kan kusmuştun. Sana seslendiğimde sadece gözlerime bakıyordun..." Hızla dudaklarıma bir parmağını bastırdı. "Hışşt, tamam! Geçti artık, düşünme onları. Bak kızımız var bizim; onu düşünelim." Bana bakarak, sıcak bir gülümsemeyle, "أنا أحبك يا رجل" (Ben seni seviyorum ey adam), dedi. Gözlerinde pırıl pırıl parlayan yıldızları gördüm. Ben de aynı hisle karşılık verdim: "Seni seviyorum... Ömrüm..."
Rahatlamıştım, evet, ama yine de tedbiri elden bırakmamak adına, "Biz yine de doktora danışalım olur mu?" diye ekledim. "Tamam... gideriz..." dedi.
Biraz sonra Seher, kızıma dair hayaller kurmaya başladı: "Muhammed, kızımıza ne isim koyacağız?" O anın telaşıyla hiç düşünmemiştim. "Hiç düşünmedim bu ana kadar. Sen düşündün mü?" Yüzünde hüzünlü bir tebessüm belirdi. "Şey... Ben annemi erken kaybettim. Onun adını koysak olur mu?" Gözlerinde oluşan o ışık, benim için her şeye değerdi. "Olur, neden olmasın?" Seher'in sesi heyecanla yükseldi: "O zaman kızımızın adı Mislina, tamam mı? Anlaştık mı?" "Tamam. Mislina değişik bir isim," dedim, kalbimde yeni bir başlangıcın heyecanıyla.
Bir süre sessizlik oldu. Sonra Seher, içindeki anne özlemiyle, "Ne yapıyordur şimdi acaba? Uyuyor mudur?" diye sordu. Gülümsedim. "Seher, uyu artık! Sen uyumayınca o da uyumuyor bak.." Yüzünde anında bir şaşkınlık belirdi. "Gerçekten mi? O zaman uyuyayım hemen.." Beş dakika sonra, sessizliği bozan yine Seher oldu. "Seher, uyudun mu?" Sesimi duyar duymaz gözleri fal taşı gibi açılmıştı: "Hayır, uyuyamıyorum! Şimdi o da gerçekten uyumuyor mu?" Kahkahayı bastırdım. "Şaka yaptım," dedim, yüzünde hafif bir tebessüm belirdiğini görerek. "Anlaşılan yatamayacağız. Kalk bari çay içelim!" Yüzündeki gülümseme büyüdü. "Yok, bence kahve içelim," dedi. "Tamam, yap bir şeyler."
Seher mutfağa geçince, kapı yavaşça çalındı. Senâ'nın sesi duyuldu: "Abi, müsait misin?" "Gel boncuğum! Uyuyamadım?" İçeri girdiğinde gözlerindeki endişeyi gördüm. "Yengemle konuştun mu?" Başımla onayladım. "Evet, ama korkulacak bir şey yok gibi. Çocukluğundan gelen bir rahatsızlıkmış, haberi varmış zaten." Senâ'nın kaşları çatıldı. "Peki neden tedavi olmamış?" "Doktorlar ameliyat demiş ama 'sirke-limon kullan' demiş birisi. O da onu kullanıyormuş." Senâ'nın gözleri doldu, bana sarıldı: "Biz yine doktora götürelim olur mu? Ona bir şey olmasın abi!" Sesindeki yalvarış, yüreğimi burktu.
Seher içeri girince, Senâ'yı görünce şaşırdı: "Sende mi uyumadın? Bu ailede genetik herhalde! Sana da kahve yapayım mı?" Senâ, nazikçe reddetti: "Yok yenge, teşekkür ederim. Ben yaparım, sen zahmet etme.." Seher, muzipçe Senâ'ya baktı: "Bizim Musa’ya mı alsak? Ödeşmiş oluruz!" dedi gülerek. Yüzü kızaran Senâ'ya bakıp gülümsedim. "Bilmiyorum, Senâ’ya sor. Evlenecek olan o," dedim.
O gece sabaha kadar gözümüzü bile kırpmadık. Minik Mislina'mızı düşündük, onun geleceğine dair hayaller kurduk. O gece, aile olmanın ne demek olduğunu iliklerime kadar hissetmiştim. Babam küçükken çok sert bir adamdı; ben bazen, "Bu beni sevmiyor," diye düşünüyordum… Ama şimdi anlıyorum ki evlat sevgisi ayrı bir sevgiydi, tarifi imkânsız. Babamın beni ne kadar sevdiğini, ancak kendi evladım olunca anlamıştım. Artık bu yükü tek başıma taşımadığımı biliyordum. Bir aile olmuştuk ve birlikte her şeye göğüs gerecektik.

Yazarın diğer paylaşımları;
Sözümoki Mutlaka Bilinmesi Gerekenler
Golf hakkında ne düşünüyorsun? Golf denilince aklına ne geliyor?
X

Daha iyi hizmet verebilmek için sistem içerisinde çerezler (cookies) kullanmaktayız. "Çerez Politikamız" sayfasından daha detaylı bilgilere erişebilirsin.

Anladım, daha iyisini yapmaya devam edin.