Neden ölümle çok mutluyum, neden dokunduğunda içime bir ferahlık doluyor,
biliyor musun?
Bu soruların cevabı bugünün gölgesinde değil…
Yıllar önce, içimde saklanan o küçük çocuğun kalbinde.
Bir zamanlar,
elleri titreyen bir umut gibiydi hayat.
Dalıp giderdi gözleri, kimse anlamazdı içinden geçen fırtınayı.
Yalnızlığı, oyuncaklarından daha çok severdi;
çünkü hiç kimse kırmazdı onu
sessizliğin kucağında.
Ve o çocuk,
her düşüşünden sonra bir şey öğrendi:
Hayatın acısı hep aynı yerde durur,
ama ölüm…
sanki acıyı susturan bir kapı gibi gelir bazen.
Bir kaçış değil bir sükûnet, bir tamamlanış gibi.
Belki de bu yüzden
ölüm bana iyi geliyor.
Hayattan kaçtığımdan değil,
ruhumun yorulmuş yerlerine
bir merhem gibi dokunduğundan.
Ama en derindeki sır şu ki:
Ben ölümü sevmiyorum aslında,
beni rahatlatan şey…
artık acıtmayan bir dünyayı düşünmek.
Ve o küçük çocuk hâlâ orada,
kırılmış dizlerini avuçlarında saklayan hâliyle
fısıldıyor:
“Belki de mutlu olduğun ölüm değil…
seni hiç kırmayacak bir huzurun hayali.”