En kötüsü hayır demeyi öğrenemedim,
Oysa dilimde bin kelime vardı,
Ama hepsi başkalarının rızasına tapan kuşlar gibi,
Kanat çırpıp uçtu gitti,
Geride sadece yutkunan sessizlik kaldı.
İçimde bir ses, sessiz ama keskin,
“Dur!” diyor bazen, ama dudaklarım çarpıyor,
Sanki kelimelerim kendi özgürlüğünden korkuyor.
“Evet” dedikçe, kendimden çalıyorum,
Her “tamam” bir parçamı teslim ediyor,
Ve ben, gölgesi bile olmayan bir boşlukta yürüyorum.
Neden bu kadar zor?
Hayır demek bu kadar ağır mıydı?
Belki de korkuyorum, kırılmaktan, kaybetmekten,
Ama en çok da kendi yüreğimi kaybetmekten.
İçimdeki ses bazen bir fısıltıdan öteye geçiyor,
Beni aynaya çekiyor, yüzüme bakmaya zoruyor,
Ve ben görüyorum o gözleri:
Ben değilim, ben olamayan…
Sürekli başkalarının çizdiği sınırlar içinde dolaşan,
Kendi hayatının misafir odasında sıkışmış bir ruh.
En kötüsü, hayır demeyi öğrenememek değil,
Hayır dediğimde bile içimde kırılacak bir şeyler bulmak,
Her “evet” de kendimi eritirken,
Her fısıltıyı bastırmak…
O ses ki, beni ben yapan,
Beni hatırlatan,
Ama ben her zaman kulak asmıyorum.
Artık biliyorum,
Her “hayır” bir nefes, bir durak, bir özgürlük…
Ve her “evet” kendi ellerimle ördüğüm bir zincir.
En kötüsü, hayır demeyi öğrenememek belki de,
Kendime haksızlık etmenin adı…
Ama belki de hâlâ vaktim var,
O küçük sesin sözünü dinlemek için,
Ve ilk defa kendime evet demek için.