Ferruh Ağa'nın büyük büyük dedesi XVIII. yüzyılın ortalarına kadar Edremit voyvodalığı yapan büyük hayırsever Mehmet Ağaydı. Ağa Camii ve hemen yanında bulunan hamam da onun adına yaptırılmıştı. Çok çalışkan olmasının yanında kimi zaman islerini yoluna koyabilmek için kaba güce başvurduğu da olurdu. Sert bir mizacı altında aslında müşfik bir insandı. Atalarından kalan büyük arazilere önceleri yörenin tek geçim kaynağı olan susam yetiştiriciliği ve ticareti yapmıştı.1822-1823 yılları Müridoğlu diye bilindiğinden derviş çevrelerinden geldiği sanılan Hacı Mehmed Ağa adlı yerel bir mültezim, en az 19.209 zeytin ağacı sahibi olarak ortaya çıkmıştı. Kendi zeytinyağı preslerini ve sabun atölyelerini işlettiği; zeytinyağını ve sabununu en azından kısmen krediyle sattığı anlaşılmıştı. Müridoğlu’nun, yörenin köylülerine borç verip ödeme zorluğu çekenlerin ağaçlarına el koymuş olması, kanıtlanmasa da mümkündü. Bunalım yıllarında, sözgelimi 1590 yılında olduğu gibi, bu ticareti sürdürebilmek için, tüccarların zeytinyağını gerçekten Osmanlı başkentine getireceklerini güvence altına alacak kefil göstermeleri zorunlu kılınmıştı. 1577 tarihli, Bergama kadısına yazılmış bir mühimme kaydında, Midilli kadısı Karaca Ahmetoğlu Ali'nin, köylüden düşük fiyatla zeytin ve zeytinyağı alıp Bağdat'a yüksek fiyatla sattığı, böylece halka zarar verdiği konusunda çelişkili haberler
geldiği belirtilmekte, durumun incelenmesi emredilmektedir.
Evliya Çelebi, Edremit’teki büyük zeytinliklerin, XVI. yüzyılın sonlarına doğru ölen kişilerin tereke defterlerinde, ilk kez ortaya çıktığına işaret etmiştir. Ne var ki, 1500’lerin başında bile, Edremit’in köyleri saraydaki tüketim için mütevazi bir ölçüde olsa bile bir miktar zeytinyağı üretmiştir. Üretim daha sonra -çalkantılı bir biçimde olsa bile- devam edebilmiştir. Zira kötü bir hasadın yerel tüccarları izin verilenden daha yüksek fiyatlar talep etmeye zorladığı1731-1732 yılında, Edremit zeytinyağları, İstanbul kayıtlarında yeniden boy göstermiştir.
İstanbul için ayrılan zeytinyağının ala, temiz ve tortusuz olarak safi olmasına
özen gösterilecekti. Sabun da temiz ve kuru olacaktı.
Zeytinyağının bir kısmı İstanbul’da Askeri Tersane ’ye gidiyor; burada işçilerin beslenmesinde kullanıldığı gibi karanlıkta iş yerlerini aydınlatmakta da kullanılıyordu. Bütün bu süre boyunca, İstanbul’a oldukça yakın olan Edremitli üreticilerin, Osmanlı başkentine mal göndermekte yoğunlaştıkları anlaşılıyordu.
Edremit’i fazlasıyla etkileyen kuraklığın ardından yörede ünü sonraları Osmanlı Saray mutfağına kadar gidecek yörenin en lezzetli zeytin yağlarını üretecekti.
Susam üretimine alışmış yöre insanı için önceleri zeytin dikimi,sulaması,gübrelemesi,silkme ve zeytini sıkımının ardından depolanması da büyük bir özveri istiyordu. Yamaç ve bayırları sıra sıra saran minik zeytin fidanların özellikle yaz aylarında sulanmasında eşeklerden faydalanmaktaydılar. Buna karşın minik fidanlar kavurucu sıcağa dayanamıyor ve kimi zaman kuruyordu. Su kuyusu olmayan zeytin bahçelerine eşek ve katırlarla su taşınıyor ve yaşı ilerlemiş kimi üreticiler ise susam ürettikleri günleri büyük bir özlemle arıyorlardı. Midilli adasından gemiyle getirilen delice köklü zeytin fidanları önceleri talep görmezden sonraları en aranan zeytin cinsi oluvermişlerdi.
Zeytinliklerin altlarının ekilmesi nedeniyle, koyunlar için gerekli otlak bulunamamış ve koyunlar Anadolu'ya götürülüp satılmaya başlanmıştır. Önceleri koyunlar zeytinliklerde rahat rahat dolaşırken, zeytinlik sahiplerinin para istemeye başlaması sonucunda, ağaçlar
gübrelenememiş, koyun sayısı da giderek azalmaya yüz tutmuştur.
1849 yılı kışının çok şiddetli geçmesinden ötürü, hemen hemen bütün zeytin ağaçları donmuş ve bundan sonra ağaçların köklerini üretken kılmak, yeniden zeytin yetiştirmek ya da yabani açıp aşılamak pek kolay olmamıştır. Bunun sonucunda, halk için bir de ‘murabaha’ belası çıkmıştır. Kısacası, zeytinciliği geliştirmek için
uygulanan borç-faiz yöntemi pek verimli olmamış, halk sürekli olarak ağır
borç altında ezilmeye mahkum edilmiştir. Halkı murabaha pençesinden
kurıtarmak için hükümet kimi yerlerde yararı bilinen "Menafi-i Umumiye
Sandığı "nın kurulmasına öncülük etmiş ve istenen yarar sağlanamamıştır.
Bilgisizlik ve parasızlık, onun deyimiyle "maarif ve sermaye noksanı"
yalnız tarımda değil, ticarette de kendini göstermektedir. Namık Kemal'e
göre, zeytinciliği ilerletmek ve belki çöküşünü durdurmak için yapılması
gereken işlerin başında gelen burada bir banka şubesi açmaktır.
Zeytinin toplanması, işlenmesi, değirmenlere götürülmesi uzun bir zamana bağlı bulunmaktadır .Bundan ötürü ahali zeytini uzun süre saklayabilmek için tuzlamak
zorundadır. Bu ise epeyce pahalıya mal olmaktadır. Bir mud zeytinin gereği gibi saklanabilmesi için elli okka tuza gereksinim vardır. Bir mud zeytinden ondokuz desti yağ hasıl olduğuna göre o kadar ürünün tuzu için dahi nakliyesi ve tüccarın karı ile birlikte otuz yedi buçuk kuruş kadar tuz harcanmaktadır. Böylece şu anda yirmi beş kuruşa satılan bir desti zeytinyağı için verilen öşrünün üçte birinden fazla vergisi ödenmektedir.
Osmanlılar’da faizle para vermeye, özellikle kanunî sınırın üstünde faiz şartı içeren borç mukavelesine ve aşırı kârla satış yapmaya murâbaha, faizle para verenlere murâbahacı deniyordu. İzinsiz olarak faizle ödünç vermeyi âdet edinmiş kimseler için tefeci tabiri kullanılırdı. XVI. yüzyılın ortalarından itibaren Anadolu’ya yayılan kapıkulları ile diğer askerîlerin ve emeklilerinin murâbaha ve iltizam yoluyla ekonomik yönden güçlenip âyanlara katılmasının Osmanlı’nın siyasî, iktisadî ve içtimaî dengelerinin bozulmasında etkili olduğu, âyanın bir yandan iltizama katılmak ve çiftçiye borç vermek suretiyle servetini arttırırken diğer yandan da işlerini düzeltme veya vergisini ödeyebilmek için borç alan halkı kendisine daha bağımlı hale getirdiği görülmektedir. 1609’da I. Ahmed, reâyâyı tefecilerden ve ehl-i örfün baskı ve haksız salgunlarından korumayı amaçlayan bir adâletnâme çıkarmıştır. Osmanlı idaresince 3 Nisan 1887 tarihinde çıkarılan ve faiz hadlerini % 9 ile sınırlandıran tüzük de Murâbaha Nizamnâmesi adını taşıyordu.
1850 yılında zeytinlik yetiştirenlere yirmi beş yıl, yabani zeytin ağaçlarını aşılayanlara yirmi yıl vergi muafiyeti getirildi. Yeniden yetiştirilen zeytinlikler hakkında, 27 Haziran 1862 tarihinde bir muafiyet nizamnamesi yayınlandı. Bu nizamnameye göre yeniden yetiştirilen zeytinlikler, ilk mahsul senelerinden itibaren üç yıl boyunca öşürden muaf tutuldu. Ayrıca, “iki senelikten beş seneliğe kadar aşılı olduğu halde gars olunanlar [dikili bulunanlar] gars olundukları tarihten itibaren on sene müddetle öşürden muaf olacaktı. Beş seneden ziyade aşılı olarak gars olunanlar, gars olundukları tarihten itibaren yedi sene müddetle öşürden muaf olacaktı. Bir kimse yeniden yetiştirip de nail-i muafiyet olduğu zeytinliği ahere satacak olduğu halde evvel muafiyeti dahi beraber satacaktı.
XIX. yüzyılın sonlarında, İcar-ı Akar Nizamnamesi ile devlet küçük üretici kesimi,
gelişip büyüyen toprak sermayesine karşı koruma altına almaya çalıştı. Dönemin ünlü
ziraat muallimi Agop Zakaryan tarafından yazılan, Çiftlik İdaresi adlı eserde bu nizamname, maddeler halinde ayrıntılarıyla verilmiştir. Nizamnamenin ilk maddesine göre,
“... gerek Dersaadet’te ve gerekse taşralarda her kim olur ise olsun hane ve dükkan ve arazi ve çiftlik gibi bir akarını icar edecek oldukda müstecir ile beynlerinde bir mukavelename tanzimine mecburdur.”
Devlet hazırladığı nizamnamenin satır aralarında, yapılacak anlaşmada ileride çıkabilecek sorunlara karşı daha başından önlem almaya çalışmakta,
anlaşma yapan tarafları ortakçılık ilişkilerinin sınırlarını ayrıntılı bir şekilde çizmeleri
konusunda adeta uyarmaktaydı.
Savaş dönemlerinde, bölge tarım ekonomisinin içine düştüğü dar boğazlar bilinir. Ayrıca savaş nedeniyle sekteye uğrayan ticari ilişkilerdeki bozukluk, ürünün pazarlanmasında zorluklar yaratır ve ürün rekoltesi düşer. Buna ilişkin örnekler çoktur. I. Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında Marmara havzasında zeytin mahsulünden yeteri kadar verim
alınamaması, bölge ekonomisinde sıkıntı yaratmıştı. Aynı dönemde Ayvalık, Edremit kazalarıyla, Aydın vilayetinde zeytin mahsulünden büyük verim elde edilmişti ancak buralarda da amele sıkıntısı yaşanıyor ve fabrikaların çalışmaması, bölge zeytininin zarara
uğramasına neden oluyordu. Müslüman ahalinin savaşta olması, bu mahsulün zarara uğramadan toplanmasını engelliyordu. Bölge ekonomisi için büyük değer taşıyan zeytinin toplanıp, yağının çıkarılması için, bu yerlerden gönderilen Rum ahalisinin bir kısmının kısmen iadesi veyahud kadınların gelmesine müsaade edilmesi ve çiftçi efradından lüzumu miktarının tahsisi bile düşünülmüştü.
Osmanlı padişahı Sultan II.Mahmud da özelikle zeytinciliği destekliyor ve yöneticilere de bu hususa önem verilmesi konusunda tavsiyelerde bulunuyordu. Susam üretimi ve ticaretini bırakan Emin Ağa, kasabanın diğer önemli kişileri gibi zeytine yönelmeye başladı.Zamanla gerek ekonomik gerekse nüfuz anlamında kasabanın en önemli kişilerinden biri olmuştu.Cennet Ayağı'nda büyük meyve bahçeleri ile Edremit ve Havran da onlarca hektar zeytinliği vardı.Evi ise Kirbakilerin evinin alt sokağında bulunuyordu.Ama devamlı kullandığı evi ise Bayramyerinde Rum ustalara yaptırdığı muazzam güzellikle köşktü.Kasabanın en güzel yapılarından biri sayılırdı.1902-1906 yıllarında dönemine göre oldukça pahalı sayılabilecek bir meblağla yaptırılmıştı.Ferruh Ağanın, oğlu gibi sevdiği Fahreddin ise onun sağ kolu gibiydi.Bu genç delikanlı yaşının üzerinde bir olgunlukla tüm kasabanın güvenini kazanmış ve birçok hususta akil insan oluvermişti.Fahreddin'in babasi Mahmut Esat Efendi de eski bir zaptiye çavuşuydu.Ferruh Ağa'nın tüm hayatını biliyor ve onun en zor zamanlarında yanında bulunuyordu.
Ertesi gün yani 15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’in işgal haberi tüm yurtta oldugu gibi Edremit'te de duyulduğu ilk andanan itibaren büyük gibi öfke ve üzüntüye yol açtı.Meyhaneler sokağında Rumların dünkü neşeli kutlamasının neden şimdi daha iyi anlaşılıyordu.Önceden haber almışlardı.Edremitli efelerin öfkesi dalga dalga tüm körfeze yayılmıştı.Edremit’tin efeleri bu işgale sesiz kalmadı ve efe alanı meydaninda büyük bir kalabalık toplandı.Turk bayrakları açan vatansever Edremitliler tek vücut olmuş milliyetçi sloganlar atıyorlardı.
Karanlık bir Edremit akşamı, Hekimzade Yusuf Sinan Camisi ya da diğer adıyla Kurşunlu Cami’nden yatsı ezanı tüm kasabanın semalarında yankılanıyordu. Zaptiye Çavuşu Kerimiddin Bey, Cami cemaati ve imam Hamdullah Efendi ve Edremit eşrafının ileri gelenleri,vakit kaybetmeden Edremit Kaymakamı Köprülü Hamdibey'e gittiler ve İzmir’in işgalini şiddetli bir protesto ile tüm yurda duyuracaklardı. Edremit için olası tehlikeleri içeren bir tedbir alma yoluna gidilecekti. Kaymakam Hamdibey,bir önceki Edremit Kaymakamı görevini yapan Ahmet Hiçabi Bey(1915-1917) den bu önemli vazifeyi devralmış ve iki senedir (1917-1919) görevi büyük bir özveri ve vatanseverlik ruhuyla yapmaktaydı.
Kaynaklar
ZEYTİNİN AKDENİZ’DEKİ YOLCULUĞU
Konferans Bildirileri
Yayına Hazırlayan Ayşegül SABUKTAY
Ercan Dalkılıç