Sahne kurulmuştur. Dekorlar parlaktır, kürsüler pırıl pırıl, mikrofonlar ışıl ışıl. Protokolde insan hakları savunucuları, barış elçileri, evrensel değerlerin muhafızları oturmaktadır. Hepsi rolünü iyi bilen oyunculardır. Perde kalkar ve “insanlık” oyunu başlar.
Sahnenin bir köşesinde, unutulmaya mahkûm edilmiş bir toprak parçasında çocuklar ölmektedir. Bombaların gölgesinde oyun oynamaya çalışan, okul kitaplarıyla enkazların altında kalan, hayalleri parçalanmış çocuklar. Onlar sahnedeki figüranlardır; esas oyuncuların monologları arasında kaybolup gideceklerdir.
İkiyüzlülük, modern zamanların en iyi icra edilen sanatıdır. Bir yanda "İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi"ni ezbere okuyanlar, diğer yanda bu beyannamenin sayfalarını Gazze'deki çocukların kanıyla ıslatanlar. Aynı ağızlarla hem barış nutukları atıp hem de savaş silahlarını satanlar. Aynı kalemlerle hem özgürlük yazıp hem de işgali meşrulaştıranlar.
Bu ikiyüzlülük tiyatrosunda herkes rolünü oynar:
* Medya, ölümleri sayılara indirger; "taraflı tarafsızlık" kisvesi altında ezileni de ezeni de aynı kefeye koyar.
* Politikacılar, "dengeli açıklamalar" yaparak ahlaki sorumluluktan kaçar; diplomasinin dilbazlığıyla zulmü perdelemeye çalışır.
* Sıradan insan ise uzaktaki bir acıyı izlemeye alıştırılmıştır; bir sonraki dizi fragmanı kadar dahi heyecan uyandırmayan ölüm haberlerine bigâne kalır.
Oysa adalet ikiyüzlü olamaz. İnsanlık ya vardır ya yoktur. Yaşam hakkı koşulsuz savunulur ya da çıkar ilişkilerine kurban edilir. Bu ikilemin ortası yoktur.
Gazze, dünyanın ahlaki ikiyüzlülüğünü yüzüne vuran bir aynadır. Bu aynada kendini görmek istemeyenler, onu karanlık bir odaya kapatmayı tercih ederler. Ama aynalar kırılana kadar gerçeği yansıtmaya devam eder.
Belki de gerçek ikiyüzlülük, birinin çıkarı uğruna diğerinin canının hiçe sayılmasına sessiz kalmak değil, bu sessizliği "realpolitik" diye yutturmaya çalışmaktır. İnsanlık tarihi, bu sessizliğin çığlığında boğulacaktır bir gün.
Ve perde, henüz son inen perde değildir.