Giriş yap! Hesap oluştur!
Nedir?
Ara
Şifreni mi unuttun?
Kandura ve Karabiber - Sözümoki
20 Ağustos 2019, Salı 23:32 · 769 Okunma

Kandura ve Karabiber


İdlib’deki geceler geçmek bilmiyor, her gece bir ay misali uzuyordu. Düşünceler içinde kıvranıp öyle dalıyordum uykuya… Seher’in yüzü, babamın sesi, Selman Hoca’nın sözleri… Hepsi zihnimde dönüp duruyordu. Sabah olmuş, sıcak bir beldede gönül yorgunluğunun verdiği ağırlıkla geç uyanmıştım. Seher 3-4 defa aramış ama duymamıştım…
Apar topar toplanıp durağa vardım. Seher orada beni bekliyordu, gitmemişti. Yüzündeki endişe, benim için beslediği derin sevgiyi ele veriyordu. "Neredesin? Aklıma bir sürü şey geldi! Sana bir şey oldu diye deliye döndüm!" Bir an elimi tutmaya yeltendi, sonra geri çekildi. Aramızdaki o görünmez ama güçlü duvar, hem acı verici hem de büyüleyiciydi. Bu yasaklı yakınlık, aşkımızı daha da derinleştiriyordu sanki.
"Özür dilerim, uyku ağır bastı, kalkamamışım."
Gülerek: "Herhalde kaçtı," dedim kendi kendime.
"Sen olmadan nereye kaçacağım?" Sesindeki samimiyet, tüm şüphelerimi dağıtmıştı. O benim can yoldaşımdı.
"Biliyorum, senin için çok zor: Tanımadığın insanlar, bilmediğin bir şehir… Akşam çok düşündüm, bu zorluklara nasıl göğüs gereceksin?" İçimdeki asıl korku buydu, onu bu cehenneme sürüklemek.
"Sen yanımda olursan her şeyin üstesinden gelirim ben," dedi. Gözlerindeki kararlılık, tüm dünyaya meydan okuyabilirdi. Bu sözler, kalbimdeki buzları eritmişti.
Otobüs gelmişti, bindik. Ben hep onu seyrediyordum. Nikabının ardındaki buğulu gözlerinde, tüm evrenin güzelliği gizliydi. "Allah’ım, ona karşı olan bu sevgim hiç azalmasın," diye iç geçirdim. Çok zarif bir kişiliği vardı ve benim için bulunmaz bir hazineydi sanki… Sanki bir savaş diyarında değil, cennet bahçelerinde geziyorduk.
Kampüse vardığımızda Selman Hoca kapıda karşıladı bizi: "Muhammed Hocam, odaya geçelim biz."
"Tamam hocam," dedim. İçeri geçtim, oturdum. O dışarıda Seher’le bir şeyler konuştu ve içeri girdi. Ben ayağa kalktım.
"Rahatsız olma hocam."
"Aileyle konuştum ben. Bilmiyorum haberin var mı? Akşama bekliyorlar bizi."
Ben: "İyi olur hocam. Ben de bizimkilerin onayını aldım. Bir an önce adını koyalım." İçimdeki bu coşkuya engel olamıyordum.
"Tamam o zaman, hayırlısı olsun bakalım… Benim işim bittikten sonra ararım seni, beraber çarşıya çıkarız."
"Sağ olun hocam. Sizin hakkınızı nasıl öderim bilmiyorum." Selman Hoca, bu yabancı şehirde bana bir baba, bir abi olmuştu.
"Hayırlı bir iş için öncü olmak beni de mutlu eder…"
Teşekkür edip çıktım. Odaya geçince istemsizce ağlamıştım: Yabancı bir beldede, yalnız başıma kız istemeye gidecektim akşam… Hüzünle sevinci aynı anda yaşıyordum… Bir yandan hayatımın en önemli adımını atacak olmanın mutluluğu, diğer yandan ailemin yanımda olamayışının verdiği burukluk.
Öğlen arasında Seher mesaj çekti: "Dışarı çıksana, bahçede oturalım biraz."
Dışarı çıktım. Bahçede eski bir banka oturmuş beni bekliyordu. Yanında, Selman Hoca'nın evlatlık kızı Elif de vardı. Elif, güler yüzlü, sıcakkanlı biriydi ve Seher ile ne kadar yakın oldukları hemen belli oluyordu. Onların kardeş gibi olduğunu hissetmiştim. Elif'in varlığı, Seher'in yalnızlığını hafifleten bir gölgeydi sanki.
"Ders nasıl geçti?" dedim. Seher omuzlarını silkti: "Bilmiyorum, aklım sende kaldı."
"Neden?"
"Her şey için özür dilerim. Seni ailenden, ülkenden, hayatından kopardığımın farkındayım. Bunun ağırlığı altında can çekişiyorum. Seni çok seviyorum, bir an bile aklımdan çıkmıyorsun… Selman Hoca, 'Bak kızım, bu çocuk senin için ülkesini, hayatını geride bırakıp düşünmeden geldi. Bu gence ailecek sahip çıkın, onun ailesi olun, onun sevgisine sahip çık!' dedi. Ben ders boyunca seni düşündüm. Sen bana Allah'ın lütfusun ve bu can tende durdukça hep yanında olacağım. Sevgine layık olmaya çalışacağım."
Elif de Seher'in sözlerini onaylarcasına başını sallıyor, "Evet, Seher hep senden bahsediyor, seni ne kadar çok sevdiğini anlatıyor," diye ekledi. Seher’in Elif’e güvenle bakışı, aralarındaki dostluğun ne kadar güçlü olduğunu gösteriyordu. Bu iki genç kadının derin bağı, bu zorlu coğrafyada bir nebze olsun umut ve dayanışma ışığı yakıyordu.
O bunları anlatırken ona hayran hayran bakıyordum. Benimle göz göze gelmemek için başını iki de bir sağa sola çevirip duruyordu. Utanması, onu daha da masum kılıyordu.
"Gözlerimin içine bak!" Sesimde bir emir, ama daha çok bir yalvarış vardı.
Bir an durdu, bana baktı. Çok hüzünlenmişti, gözlerinden anlayabiliyordum. O gözlerde hem derin bir sevgi, hem de tarifsiz bir acı vardı.
"Ben son nefesime kadar senin yanında olacağım… Şartlar ne olursa olsun bu hiçbir zaman değişmeyecek." Bu sözler, benim ona olan yeminimden farksızdı.
"Seni çok seviyorum, hem de tahmin edemeyeceğin kadar!"
"Biliyorum," dedim. İkimiz de aynı duyguları yaşıyor, aynı rüyayı paylaşıyorduk.
Yan yana oturmuş etrafı seyrediyorduk. Elif de bize katılmış, bazen sohbetimize ortak oluyor, bazen de sessizce dinliyordu. Zor bir hayatı vardı; bu zorluğun üstüne bir de ben eklenmiştim… Ama belki de bu zorluklar, aşkımızı daha da pekiştirecekti.
"Ben çıkıyorum, hazırlık yapacağım."
"Daha dalmışım! Ne hazırlığı?" dedim.
"Maşallah, daha ilk günden unuttun! Akşama birileri istemeye gelecek de beni…"
"Annem hep derdi: 'Erkeklerin söylediği ile yaptıkları hep farklı olur.'"
Gülüyordum.
"Gülme gülme, akşama geç kalma!!!" dedi, ayağa kalktı. Elif de gülerek Seher’i uğurladı. "Kendine iyi bak, ama etrafa bakma sakın!"
"Benim senden başkasında gözüm yok," dedim.
"Bilmiyorum artık. Tamam, akşama görüşürüz inşallah." Gülümseyerek benden uzaklaşırken, geride içimde tarifi imkansız bir huzur bırakmıştı.
Aradan yarım saat geçti. Selman Hoca odaya geldi: "Hadi hocam çıkalım, daha alışveriş yapacağız akşam için."
"Erken değil mi?" dedim.
"Geç bile kaldık muhterem!"
"Tamam hocam…"
Arabasına bindik. Beraber giderken: "Buranın insanı muhafazakâr ve mülayimdir, cana yakınlar. Çabuk alışırsın," dedi.
"İnşallah hocam. Bu konuda tereddüt içindeyim hep."
"Şimdi sana kandura alacağız."
"O ne?" dedim. Şaşkınlığım yüzümden okunuyordu.
"Buranın yerel kıyafeti. Bunlarla kız istemeye gitmeyeceksin herhalde!" dedi gülerek. Selman Hoca, üzerimdeki gerginliği ustaca dağıtıyordu.
"Tamam hocam, ben size tabiyim."
Çarşıya vardık. Dediği elbiseyi aldık. Üzerime giydiğimde, aynadaki yabancıya şaşkınlıkla baktım. Adeta Idlib'li bir gence dönüşmüştüm. Akşamdan lokum, pestil, şeker hazırlatmış bir arkadaşına; onları da aldık…
"Hocam, ne hediye alayım? Fikir verin," dedim.
Beni bir kuyumcuya götürdü. Kolyelerin geneli gümüş alaşımlıydı. Bir tane kolye beğendim, üzerinde zarif bir zeytin dalı motifi vardı. İdlib'in sembolü... Güzelce paketledik. Selman Hoca: "Bize gidelim, yemek yiyelim. Oradan geçeriz kız evine," dedi. Gitmemek için direndiysem de nafile… Eve vardık. Hanımı kapıyı açtı. Giyimi kuşamı anneme benziyordu; bir an yüreğim serinledi. Tıpkı annem gibi sıcak, samimi bir gülümseme vardı yüzünde. Evde tarifi imkânsız bir ahenk vardı, insan huzurla doluyordu.
"Hoş geldiniz evladım," dedi.
"Sağ olun teyzeciğim, hoş bulduk," dedim.
Odaya geçtik. "Yemek hazır, isterseniz önce yemek yiyin."
"Olur hanım. Zaten bu âşık hiç sormadı: 'Aç mısın, tok musun?' Gezdir di beni…" Selman Hoca'nın esprileri yüzümde tebessüm oluşturuyordu.
"Sen ona bakma oğlum, o böyle takılır sevdiğine." Esma Teyze'nin sesi, annemin sesi gibiydi.
"Sorun değil teyzeciğim."
Sofrada kendisinin Elazığlı olduğunu, Selman Hoca ile üniversite yıllarında tanıştıklarını, evliliklerini, Türkiye’ye olan özlemini anlattı Esma Teyze… Gözlerinde yurduna duyduğu hasretin izleri vardı.
Ben: "Peki çocuklarınız yok mu?" Bu soru, sanki ortama soğuk bir rüzgar estirmişti.
İkisi de birbirine baktı, surat ifadeleri değişmişti. Selman Hoca: "Allah nasip etmedi evladım. Nasip işte! Ama burada çok çocuğumuz var, bizim değil mi hatun?"
Esma Teyze: "Elhamdülillah…" İdlib’deki yetimhaneye gidip yemek yapıyormuş: "Oradakiler benim evladım," diyordu. Sonra gözleri parladı: "Bir de Elif var, bizim canımız ciğerimiz. Allah bize onu nasip etti. O da benim evladım gibi." İşte o an, Seher'in güvendiği o dostluk bağının kökenini anladım. Elif'in yüzündeki tebessümün ardındaki hikaye buydu.
"Teşekkür ederim. Allah sizden razı olsun," dedim. Bu insanlar, bu zorlu coğrafyada iyiliğin ve insanlığın timsaliydiler.
Selman Hoca: "Fazla yeme! Seher’in yemeklerini yemezsen küser sonra," dedi gülerek…
Esma Teyze: "Ye sen evladım, bu ihtiyara bakma sen!"
Beni evlatları gibi görüyorlardı; bunu yüzlerinden anlıyordum. Kalbimdeki yalnızlık hissi, yerini sıcacık bir aidiyet duygusuna bırakmıştı.
Selman Hoca: "Eee hatun, Allah evlat vermedi ama bak kız istemeye gidiyorum! Cenâb-ı Hakk bize Muhammed evladımızı gönderdi." Çok duygulanmıştım. Gözlerim doldu. Hanımı söze girerek: "Oğlum, sen bu deliye bakma!" dedi. Esma Teyze'nin şefkatli dokunuşu, bir an annemin elini hissettirdi.
Yemekten sonra Selman Hoca bu yörenin örf ve âdetlerinden bahsetti: "Burada aileler birbirine çok bağlıdır. Dede, baba, abi… Bunlar ailede sıraya göre söz sahibidir." Ve İdlib hakkında bir sürü şey anlattı. Derken akşam oldu ve yavaş yavaş hazırlanmaya başladık. Kandura denilen elbiseyi çok beğenmiştim; insan içinde bayağı rahat hareket ediyordu. Selman Hoca: "Maşallah evladım çok yakışmış! Seher seni bununla görse bir daha âşık olacak," dedi… Onun bu sözleri, içimdeki heyecanı daha da artırmıştı.
Arabaya binerken titriyordum. Esma Teyze de tıpkı annem gibi Felak, Nas, Ayetel Kürsî okuyup bana doğru üflüyordu. Selman Hoca: "Yeter hanım, çocuk kırklara karışacak!" dedi gülerek… Bu sıcak aile ortamı, içimdeki tüm korkuları dağıtmıştı.
Eve yaklaştıkça heyecanım daha da artıyordu. Kalbim göğüs kafesimi zorluyordu sanki. Eve yaklaştık: Üç katlı ince bir bina, etrafında üzüm bağı vardı. "İlk defa geliyorum bu eve. Ömrümün doğduğu, büyüdüğü ev!" diyordum kendi kendime. Bu ev, artık benim de yuvam olacaktı. Eve doğru yürürken Seher’i gördüm: Turkuaz renkli bir elbise giymişti, evin terasından bana bakıyordu. O kadar güzeldi ki! Fidan gibi incecikti. Ay ışığında parlayan bir peri kızı gibiydi. Selman Hoca dürtmüştü beni: "Önüne bak evladım!" dedi fısıldayarak. Utanmıştım, başımı öne doğru eğdim. Yüreğimde tarifsiz bir mutluluk ve utanç bir aradaydı.
Kapıda iki kişi vardı; ikisi de abisiymiş. Selam verip içeri girdik. Evin avlusu Osmanlı mimarisini anımsatıyordu, her taşında tarih ve hüzün vardı. İçeri girdiğimizde kocaman bir oda; duvar diplerinde minderler vardı. İçerde yedi-sekiz kişi vardı. Selman Hoca: "Ortada bastonla duran babası, elini öp!" diye fısıldadı kulağıma. Hepsiyle musafaha yaptıktan sonra sıra babasına geldi. Hastalıktan olacak, ayakta bastonla zor duruyordu. Yüzündeki çizgiler, çektiği acıların ve yaşadığı zorlukların birer nişanesiydi. Eğildim, elini öptüm.
"Hoş geldiniz evladım," dedi ve oturduk… Babasının gözlerindeki derin ifade, beni daha da gerdi.
Büyük abisi sırayla tanıştırmaya başladı. Yedisi zaten Seher’in abisiydi; diğer ikisi de büyük abisinin çocuklarıydı… Tanışma faslından sonra babası daha çok Selman Hoca ile sohbet ediyordu ama göz ucuyla bana da bakıyordu ara ara. Her bakışında beni süzüyor, sanki içimi okumaya çalışıyordu. Sonra bir ara bana dönerek: "Eskiden İstanbul’a geldim, 2 defa. Haliç’te kaldım bir hafta. Eyüp’ü çok sevmiştim; bizim Halep gibi manevi bir havası var," dedi. Ben ne dediğimi hatırlamıyorum; heyecandan kelimeler zor çıkıyordu ağzımdan… Boğazım kurumuş, ellerim terlemişti.
Derken Seher’im girdi içeriye; kahve tepsisiyle… O an gözümün önünden hiç gitmiyor. Zaman durmuş, o kuğu gibi süzülüyordu sanki. Her adımı bir melodiydi. Sıra bana geldiğinde kahve fincanını zor almıştım; titrek ellerle zor tutuyordum. Dışarı çıkmış, benim kahveyi içmemi bekliyordu; gülümseyerek işaret ediyordu: "İç, iç!" diye. Ağzıma aldığım ilk yudumda genzime kadar bir acı hissettim. Bildiğin karabiber koymuştu! Şaşkınlıkla ona baktım. Kapıdan bana bakıp gülüyordu, el işaretiyle de beni affet işareti yapıyordu. Bu, onun bana özgü, şefkatli ve muzip şakasıydı. Yutkunarak içtim sonunda… Ağzımdaki o acı, içimdeki tatlı heyecanla harmanlanmıştı.
Derken Selman Hoca lafı açtı; usulüne uygun olarak kızı istedi. Babası da Seher’i çok sevdiğini, âdetullaha muhalif olmasa onu evlendirmeyi düşünmediğini, ama onun bu evliliği çok istediğini söyledi: "Onun için Allah mutlu mesut kılsın," dedi. Babasının bu sözleri, kalbimi ısıttı. Sevdiğim kadının ailesi de onu benim kadar seviyordu. Ondan sonra dışarıda bir curcuna koptu; silah sesleri birbirine karıştı. Sevinç atışlarıydı bunlar! Ve tetiğe basan da Seher’imdi… O an, bu savaşın ortasındaki sevinç çığlıkları, umudun en saf haliydi.
İsteme faslından sonra babası: "Kızımızı hemen götürme evladım. Bari ilk yılını burada geçirsin," dedi. Seher'in babası için ne kadar değerli olduğunu bir kez daha anladım.
"Ben de inşallah," dedim. İçimden bir ses, bu topraklarda kalmanın, Seher'in yanında olmanın daha doğru olduğunu söylüyordu.
Sonra abisi: "Bahçeye çıkalım mı?" dedi. Beraber bahçeye çıktık: "Allah şahit, Seher’in gözlerinde sana olan aşkı gördüm. Yoksa bu iş zor olurdu," dedi. Kendince aile hakkında bilgi verdi. Sonra Ömrüm geldi, abisinin kulağına bir şey dedi, gitti. Abisi de "Olur" mahiyetinde kafa salladı. Sonra: "İçeri geçelim," dedi. "Dini nikah yapacağız." Kaderin cilvesi... Tüm bunlar ne kadar hızlı gelişiyordu.
İçeri girdim. Seher’im de gelmişti. Yan yana oturduk. Kalbim delicesine çarpıyordu. Selman Hoca dini nikahımızı kıydı. Her kelimesi, bir ömre bedeldi. Sonra onlar odayı boşalttı, bahçeye geçtiler. Seher’le baş başa kalmıştık. Yüzündeki peçeyi ilk defa açmış, bana bakıyordu ve "Elhamdülillah… Elhamdülillah…" kelimesini tekrarlıyordu. O an, tüm dünya durmuştu. Gözlerinde cenneti gördüm. Sonra eğilip elimi öpmüştü. Ben ona hayran hayran bakıyordum; hâlâ inanamamıştım. Uğruna her şeyi göze aldığım yarim, benim eşimdi artık! İkimiz de ağlamamak için kendimizi zor tutuyorduk. Gözlerimizden akan yaşlar, mutluluğun ve derin bir şükranın gözyaşlarıydı. Derken ablası girdi içeri: "Allah mübarek kılsın! Allah mübarek kılsın!" diye dua ediyordu. Biz konuşmuyorduk; ikimiz sadece birbirimize bakıyorduk. Bakışlarımızla binlerce kelime fısıldaşıyorduk.
Bahçeye sofra kurulmuş, bizi çağırdılar. İlk defa yan yana yemek yemiştik; aynı tabaktan ve yan yana… Bu hayatımın en mutlu günlerindendi. Yemeklerin tadı, Seher'in bakışıyla birleşince eşsiz bir lezzete bürünmüştü. Yemekten sonra babası: "Haftaya yüzükleri takar, aynı gün düğün tarihini konuşuruz," dedi. Biz de müsaade isteyip ayrıldık.
Yolda derin bir nefes almıştım. Selman Hoca: "Hayırlı olsun evladım. Mevlâm bir yastıkta kocatsın inşallah."
"Sağ olun hocam. Allah sizden ve eşinizden razı olsun. Siz olmasaydınız bu iş bu kadar kolay olmayacaktı," dedim… Gecenin karanlığında, Idlib'in savaşla yoğrulmuş topraklarında, içimde hiç bu kadar parlak bir umut taşıdığımı hatırlamıyordum. Aşkımız, tüm zorluklara rağmen yeşeren bir fidandı.

قصيدةٌ في عِشقٍ يُزهرُ في إدلبَ
يا ليلَ إدلبَ، طالَ فيكَ سَهُري،
بينَ شوقٍ لِحبيبتي، وخَوفٍ من قدَري.
في عَيْنَيكِ أرى النُّجومَ تتلألأُ،
وكلُّ نبضٍ في قلبي لِاسمِكِ يُجلِّلُ.
أبي قد رضيَ، يا قُرَّةَ عَيْني،
طَريقُنا نَحوَ حُبِّنا، أصبحَ يَبينُ.
في قهوتِكِ، مرارةُ الفُلفُلِ تذوقُني،
لكنَّ حلاوةَ عَيْنَيْكِ، تُنسيني كلَّ حَنينِ.
خطواتٌ نحو بابِكِ، قَلبي يَطيرُ،
أنتِ القَدَرُ، أنتِ النَّصيبُ، أنتِ المَصيرُ.
في عَيْنَيْكِ رأيتُ عُمْرًا، وحُلمًا كبيرًا،
يا زوجتي، يا نورَ حياتي، يا كلَّ الخَيرِ.
هنا في إدلبَ، تحتَ سماءِ القصفِ،
زَهرُ حُبِّنا يَنمو، رَغمَ كلِّ خَوفِ.
بِاسمِ اللهِ نَمضي، ونُقسِمُ لا نَنفصِلْ،
حتى يُفرِّقَنا الموتُ، في جنَّةِ الوَصلِ.


Yazarın diğer paylaşımları;
Sözümoki Mutlaka Bilinmesi Gerekenler
Golf hakkında ne düşünüyorsun? Golf denilince aklına ne geliyor?
X

Daha iyi hizmet verebilmek için sistem içerisinde çerezler (cookies) kullanmaktayız. "Çerez Politikamız" sayfasından daha detaylı bilgilere erişebilirsin.

Anladım, daha iyisini yapmaya devam edin.