Kristalden yayılan ışık, gölgenin karanlığına çarpınca bütün salon bir anda sarsıldı. Duvarlardaki taşlar çatırdadı, tavandan damlalar düşmeye başladı. Dört kız sembollerini sıkıca kavramış, ellerinden çıkan ışığı birleştirmişti. Ama gölge, onların ışığına karşı koyarken, zihinlerine daha derin darbeler vuruyordu.
Zeynep’in gözlerinin önüne babasının kaybolduğu an geldi. Küçük bir çocukken duyduğu o çaresiz çığlık… Gölgeler fısıldadı:
— Onu kurtaramadın, Zeynep. Sen hep yalnız kalacaksın…
Zeynep’in elleri titredi, sembolün ışığı sönmeye başladı. Tam düşmek üzereyken Lara yanına geldi, elini onun omzuna koydu.
— Sen yalnız değilsin! Biz buradayız!
Zeynep yeniden nefes aldı, gözlerini açtı. Sembolü tekrar ışıldadı, bu kez daha parlak.
Elif’in zihnine ise bambaşka bir korku hücum etti. Kendini bir anda bomboş bir odada gördü. Arkadaşları yoktu, sadece sessizlik vardı. Gölgeler kulağına fısıldadı:
— Hep terk edileceksin. Kimsesiz kalmaya mahkûmsun.
Elif’in gözlerinden yaş süzüldü ama o an Derya’nın sesi duyuldu:
— Elif! Sıkı dur! Biz yanındayız! Sen bizim kalbimizsin!
Bu sözler Elif’i kendine getirdi. Sembolü yeniden parladı, bu kez odadaki sessizliği paramparça etti.
Derya’nın içindeyse başka bir savaş vardı. O hep güçlü görünmeye çalışmıştı ama gölge onun zihnine “başarısızlık” tohumlarını serpiyordu. Ona kaybettiği sınavları, düşürdüğü gözyaşlarını, çocukluğunda duyduğu hayal kırıklıklarını gösterdi.
— Sen aslında hiçbir şeyi başaramıyorsun, Derya. Sadece cesurmuş gibi yapıyorsun…
Tam bu sözler ruhunu parçalayacak gibi oldu, Zeynep bağırdı:
— Sen bizim kalkanımızsın! Eğer sen olmasan çoktan düşmüştük!
Derya dişlerini sıktı, gözlerinden bir damla yaş süzüldü ama sembolünü daha güçlü tuttu. Kristal onun ışığıyla daha da parladı.
Lara’ya gelince… gölge onun kalbine en derin korkusunu fısıldadı.
— Sen kontrolü kaybetmekten korkuyorsun. Arkadaşlarını koruyamayacaksın. Ne kadar uğraşırsan uğraş, onları kaybedeceksin…
Bir an için Lara’nın kalbi sıkıştı. Sanki sembol elinden kayıp gidecek gibiydi. Ama o, derin bir nefes aldı ve kendi kendine fısıldadı:
— Onları kaybetmeyeceğim. Çünkü biz birbirimizi bırakmayız.
Sonra yüksek sesle bağırdı:
— Biz asla yalnız savaşmıyoruz!
✨ Işık ve Gölgenin Çarpışması
Kristalden çıkan ışık, dört kızın sembolleriyle birleşerek koca bir sütun hâline geldi. Gölge de tüm karanlığını topladı, dev bir dalga hâlinde üzerlerine çarptı. Salon, bir anlığına gündüzle gece gibi ikiye bölündü. Bir taraf bembeyaz ışık, diğer taraf kapkara karanlık.
Çarpışmanın şiddetiyle taş zemin yarıldı, odanın kenarlarına derin çatlaklar yayıldı. Kristalin etrafındaki enerji halkaları çılgınca dönmeye başladı. Kızların ayaklarının altındaki taşlar yerinden kopuyor ama onlar geri adım atmıyordu.
Elif bağırdı:
— Hep birlikte, şimdi! Tüm gücümüzü verelim!
Derya, Lara, Zeynep ve Elif sembollerini göğe kaldırdı. Işık birleşti, kristale yöneldi. Kristal patlamaya hazır bir kalp gibi titreşiyor, içinden sonsuz bir güç dalgası yayılıyordu.
Gölge, son bir çığlıkla saldırdı. Ama ışığın gücü bu kez onu sardı, kıskıvrak yakaladı. Onun bedenini saran duman parçalanmaya başladı. Fısıltıları çığlığa dönüştü.
— Siz… bunu… başaramazsınız…
Ama dört kız bir ağızdan bağırdı:
— Biz birlikteyiz!
Ve ışık, gölgeyi salonun köşelerine kadar savurdu. Karanlık çığlık atarak geri çekildi, ama tamamen yok olmadı. Tavandaki çatlaklardan kaybolarak şehrin derinliklerine kaçtı.
✨ Fırtına Sonrası Sessizlik
Salon sessizleşti. Kristalin ışığı yumuşadı, parıltısı huzurlu bir hale geldi. Zemin çatlaklarla dolu olsa da ayakta kalmıştı. Dört kız nefes nefese yere çöktü. Ellerindeki semboller hâlâ sıcaktı, ama kalplerinde artık yeni bir güç vardı: korkularıyla yüzleşmiş, birbirine güvenmişlerdi.
Lara, başını kaldırıp diğerlerine baktı.
— Bitti mi?
Elif derin bir nefes aldı:
— Hayır. Bu sadece ilk büyük savaşımızdı. Gölge hâlâ yaşıyor. Ama artık biliyor ki bizden korkmalı.
Zeynep gülümsedi.
— Ve bizden kaçtıkça daha da güçleneceğiz. Çünkü biz artık yalnız değiliz.
Derya elini kristale koydu. Kristal bir kez daha ışıldadı, tıpkı teşekkür eder gibi. Ama aynı zamanda… şehrin derinliklerinde başka bir kapının varlığını da gösterdi.
Bu, onların yolculuğunun sadece başlangıç olduğunu kanıtlıyordu. Dördüncü şehrin gerçek sınavları henüz başlamıştı.
Kristalin ışığı yavaşça sakinleşirken, dört kız salonda birbirine yaslanmış halde derin nefesler alıyordu. Kolları, bacakları yorgunluktan titriyordu ama gözlerinde vazgeçmeyen bir parıltı vardı. Bu savaş, sadece gölgeyle değil, kendi korkularıyla da yüzleşmelerini sağlamıştı.
Derin bir sessizlikten sonra Zeynep konuştu:
— Gölge kaçtı… ama hissediyorum, hâlâ buralarda. Sadece zaman kazanıyor.
Elif başını salladı, gözlerini kristale dikti.
— Evet. Bizim gücümüzü gördü, korktu. Ama daha da akıllanarak geri dönecek. Ve eminim, bu şehirdeki sırlar onunla bir şekilde bağlantılı.
Kristalden yayılan ışık, duvarlardaki çatlakların arasına süzüldü. Ardından taşların arasında yeni bir sembol belirdi. Bu, daha önce gördüklerinden farklıydı: iç içe geçmiş dört daire, ortasında birleşen bir nokta vardı. Lara, parmaklarını sembolün üzerine koyduğunda taşlar titredi ve duvarda gizli bir kapı ağır ağır açıldı.
Kapının ardında dar, spiral bir merdiven vardı. Merdiven yukarıya değil, daha derinlere, şehrin kalbine doğru iniyordu. Soğuk hava yüzlerine vurdu; adeta karanlığın nefesi gibiydi.
Derya, derin bir nefes alıp öne geçti.
— Ne varsa aşağıda, onunla yüzleşmek zorundayız.
Merdivenlerden indikçe, taş duvarlardaki kabartmalar değişmeye başladı. İlk başlarda şehir halkının zaferlerini gösteren kabartmalar vardı; sonra, gölgeyle olan mücadeleler… ve en sonunda, karanlığın şehri yuttuğunu anlatan korkutucu sahneler. Sanki şehir kendi tarihini fısıldıyordu.
Elif parmak uçlarıyla bir kabartmaya dokundu.
— Burada… gölgenin aslında bir zamanlar şehirde yaşayan biri olduğunu anlatıyorlar. Biri, gücün fazlasını istemiş, kristalleri ele geçirmeye çalışmış. Ve sonunda bu hâle dönüşmüş.
Lara’nın gözleri büyüdü.
— Yani gölge, bir lanet mi?
Zeynep kısık sesle ekledi:
— Belki de onun sonunu getirmek, bu laneti çözmek demektir.
Merdivenlerin sonunda geniş bir mağara açıldı. Tavanında asılı duran küçük kristaller yıldız gibi parlıyor, mağarayı loş bir ışıkla aydınlatıyordu. Ortada dev bir taş masa vardı ve üzerinde dört yuva dikkat çekiyordu: ellerindeki sembollerle uyumlu boşluklar.
Derya yaklaşarak fısıldadı:
— Burası… bizim için hazırlanmış gibi.
Zeynep elindeki sembolü masanın üzerine yerleştirdi. Bir ışık halkası yayıldı. Elif, Lara ve Derya da aynı şeyi yaptı. Dört sembol birleştiğinde masa titredi ve yavaşça açıldı. Altından yeni bir geçit ortaya çıktı; ama bu sefer sıradan bir tünel değil, bambaşka bir dünya gibiydi.
Geçidin içinde dönen bir enerji girdabı vardı. Su, ateş, toprak ve havanın renkleri birbirine karışıyor, girintili çıkıntılı desenler oluşturuyordu. Bir adım atıldığında insanı içine çekecek gibi duruyordu.
Elif’in kalbi hızla atıyordu.
— Bu… dördüncü şehrin kapısı.
Derya elini yumruk yaptı.
— O zaman içeri girmeliyiz.
Ama tam geçide yaklaşacakları sırada, mağaranın duvarlarından gölgenin fısıltıları yükseldi. Önce ince bir uğultuydu, sonra derin bir kahkaha. Ardından siyah dumanlar kristallerin arasından süzülerek bir kez daha beden buldu. Gölge bu sefer daha sakin görünüyordu; saldırmaya kalkmadı.
— Siz… cesaretlisiniz, dedi boğuk sesiyle. Ama cesaret, delilikle aynı şeydir. İçeri girerseniz, geri dönemezsiniz.
Lara öne çıktı, gözleri kararlılıkla parlıyordu.
— Biz zaten geri dönmeyi düşünmüyoruz.
Gölge hırladı, ardından yavaşça geri çekildi. Ama gülüşü mağaranın her taşında yankılandı.
Zeynep, diğerlerine bakarak derin bir nefes aldı.
— Hazır mısınız?
Üçü de aynı anda başını salladı. Ellerini birbirine kenetlediler. Ardından bir adım attılar ve girdabın içine daldılar.
✨ Dördüncü Şehrin Eşiğinde
Girdabın içinden geçerken etraflarında zaman ve mekân bükülüyor gibiydi. Bir an kendilerini uçsuz bucaksız bir gökyüzünde hissettiler, bir an derin okyanusların içinde. Ateşin sıcaklığı yüzlerini yaktı, toprağın ağırlığı omuzlarına çöktü. Ama ellerini bırakmadılar.
Sonunda, ayaklarının altına taş bir zemin değdi. Gözlerini açtıklarında dördüncü şehri gördüler.
Burası diğerlerinden çok farklıydı. Gökdelenleri andıran devasa taş yapılar suyun altında yükseliyor, kristallerle aydınlanıyordu. Ama şehri saran bir şey vardı: ağır bir sessizlik. Sanki burası terk edilmişti, ama aynı zamanda gözler onları izliyordu.
Derya ürperdi.
— Bu şehir… yaşayan bir mezar gibi.
Elif sembolünü kaldırdı, etrafı taradı.
— Hayır. Burada bir şey var. Bizi bekleyen bir şey.
Şehrin ortasında devasa bir kule yükseliyordu. Tepesinde siyah kristal parlıyordu. O an hepsi aynı şeyi hissetti: Gölge’nin kalbi oradaydı.
Zeynep sıkı bir sesle fısıldadı:
— Orası… son sınavımız olacak. Ama önce bu şehrin sırlarını çözmeliyiz.
Ve dört kız, omuz omuza, sessiz şehre doğru yürümeye başladı. Her adımları yankılanıyor, her nefesleri onları gölgenin kalbine biraz daha yaklaştırıyordu.
Dördüncü şehre girdiklerinde sessizlik onları adeta boğdu. Diğer şehirlerde dalgaların uğultusu, kristallerin melodik titreşimi olurdu; ama burada yalnızca derin bir boşluk vardı. Binalar sanki nefes almıyordu, kristaller ışık saçmıyor, yalnızca donuk bir parıltıyla karanlığa boyun eğiyordu.
Zeynep etrafına bakındı, yavaşça fısıldadı:
— Burası ölü gibi.
Lara başını salladı, dudaklarını ısırdı.
— Hayır. Ölü değil… uyuyor. Ama yanlış bir hamlede uyanacak.
Derya ellerini iki yana açtı, sembolünü kullandı. Hemen önlerinde parlayan çizgiler belirdi; ince, zar zor fark edilen tuzak izleriydi. Adımlarını dikkatle atmazlarsa taş zemin bir anda kırılacak, onları derin bir karanlığa sürükleyecekti.
Elif dikkatle gözlerini kısıp mırıldandı:
— Şehir, bizi sınavdan geçiriyor. Her adımda gücümüzü, cesaretimizi ölçüyor.
Yavaşça ilerlemeye başladılar. Her köşe, her taşın altında bir tuzak gizliydi. Bir yerde zeminden ince ipler yükseldi, kızların ayak bileklerine dolanmak istedi. Derya hızla sembolünü yere vurdu, ipler ışıkla yanarak dağıldı. Başka bir noktada, duvarlardan siyah duman süzüldü; gölgenin fısıltıları kulaklarına sızdı.
— “Yanlış yoldasınız… dönün…”
Ama onlar durmadı. Gölgeyle ilk savaştan sonra artık bu fısıltıların gerçek olmadığını öğrenmişlerdi. Yine de zihne çarpan korku her defasında içlerini titretiyordu.
✨ Şehrin Kalbindeki Oyun
Kulenin yoluna vardıklarında devasa bir meydanla karşılaştılar. Meydanın ortasında taş bir havuz vardı, içi simsiyah suyla doluydu. Ama suyun yüzeyi tıpkı bir ayna gibi parlıyordu. Kızlar içine baktığında kendi yansımalarını gördüler.
Ama bu yansımalar… farklıydı.
Zeynep kendini daha yaşlı gördü, yüzünde çizgiler, gözlerinde yalnızlığın gölgesi vardı. Yanında kimse yoktu. Gölge fısıldadı:
— “Ne kadar savaşırsan savaş, sonunda yalnız kalacaksın.”
Elif kendi yansımasında arkasında kimsenin olmadığını gördü. Bir adım geriye gitti, yansımasındaki eller bomboştu.
— “Sana bağlı kalmayacaklar… Hepsi gidecek.”
Derya’nın yansıması başarısızlıkla doluydu. Üzerinde yırtık elbiseler, ellerinde kırık semboller vardı.
— “Her zaman kaybedeceksin. Güçlü olduğunu sanıyorsun, ama aslında en zayıf sensin.”
Lara’nın yansıması ise diğer üçü yere düşmüş, hareketsiz yatıyordu. O tek başına ayakta kalmıştı, ama gözlerinden yaşlar süzülüyordu.
— “Ne kadar kontrol etmeye çalışsan da, onları koruyamayacaksın.”
Dördü de bir anlığına dondu. Kalplerine işleyen bu görüntüler, onları parçalayacak gibiydi. Ama Zeynep gözlerini sımsıkı kapadı, avucunu sembolünün üzerine bastı.
— Bunlar gerçek değil! Bizim korkularımızı kullanıyor!
Lara, gözlerinden akan yaşa rağmen başını kaldırdı.
— Korkularımız bizi zayıflatmaz… bizi biz yapar!
Elif derin bir nefes aldı, havuzun kenarına diz çöktü.
— Biz korkularımızla savaşmayacağız. Onları kabul edeceğiz.
Derya yumruğunu sıktı, sembolünü kaldırdı.
— Çünkü biz yalnız değiliz!
Dördü birden sembollerini havuza uzattı. Işık yansımalara vurunca, siyah suyun yüzeyi alev almış gibi parladı. Kendi korkularını kabul ettiklerinde gölge geri çekilmek zorunda kaldı. Havuzun yüzeyi bembeyaz bir ışıkla doldu ve ardından tamamen yok oldu.
Meydanın diğer ucunda devasa kapı açıldı. Kapının üzerinde yazılar vardı:
“Kendi gölgenden korkmuyorsan, gerçek gölgeyle yüzleşebilirsin.”
✨ Kuleye Doğru
Kapıdan geçtiklerinde kulenin önüne vardılar. Burası şehrin en yüksek, en karanlık yapısıydı. Duvarları siyah kristallerle kaplıydı, kulenin tepesi gözden kayboluyordu. İçinden derin uğultular geliyordu; tıpkı gölgenin kalbinin attığını hissettirir gibiydi.
Zeynep kapıya baktı, kalbi gürültüyle atıyordu.
— İşte burası… gölgenin saklandığı yer.
Elif başını eğdi, sakin bir sesle ekledi:
— Ama daha kapıdan içeri girmeden bile bizi test ediyor. İçeridekiler çok daha zor olacak.
Derya gülümseyerek omuz silkti.
— Biz buraya kadar geldik. Buradan sonrası geri dönüş yok.
Lara ellerini üçüne uzattı.
— O zaman buraya kadar nasıl geldiysek, öyle: birlikte.
Dört kız ellerini kenetledi, kapıya dokundular. Kapı ağır bir gürültüyle açıldı. İçeriden soğuk bir rüzgâr esti, gölgenin kokusu ciğerlerine doldu.
Ve işte, dördüncü şehrin kalbindeki kuleye ilk adımlarını attılar. İçeride onları bekleyen şey artık sadece tuzaklar değil, gölgenin en derin yüzüydü.
Kuleye adım atar atmaz içlerini derin bir ürperti sardı. Dışarıdan göründüğünden bile daha karanlık ve soğuktu. İçerisi sanki yaşayan bir labirent gibiydi; duvarlar siyah kristallerle kaplıydı ve her nefeste gölgenin soluklarını duyuyorlardı.
İlk koridor dar ve karanlıktı. Zeynep öncülük ederken Elif dikkatle arkayı kolladı. Duvarlarda dalgalanan karanlık gölgeler, adımlarını takip ediyordu. Birkaç adım sonra, zeminden aniden sivri kristaller fırladı. Derya sembolünü yere vurdu, ışıkla onları eritti. Ama gölgenin sesi hemen yankılandı:
— “Ne kadar ışık getirirseniz getirin, karanlığımı yok edemezsiniz.”
Lara dişlerini sıktı, fısıldadı:
— Susmayı hiç bilmiyor.
Koridor onları bir salonun içine çıkardı. Salonun ortasında devasa bir masa vardı, üzerinde dört sandalye. Masanın üzerinde, kızların kendi yüzleriyle yapılmış dört maske duruyordu.
Elif yaklaşıp maskelere baktığında ürperdi. Maske, onun korkusunu yansıtıyordu: yalnız, çaresiz ve boş gözlerle bakan bir yüz.
— Bu oyun da zihnimizle, dedi titrek bir sesle.
Zeynep maskesine dokundu. Maskede gözlerinden yaşlar akan bir hali vardı.
— Kendi gölgemizle yüzleşmeye devam ediyoruz.
Bir anda maskeler havaya kalktı, tek tek kızların yüzlerine yapışmak istedi. Derya hızlı davrandı, sembolünü ışıkla parlatıp maskeyi itti. Ama diğerleri o kadar şanslı değildi. Elif’in maskesi yüzüne yapıştı, gözleri karardı. Aynı anda Elif’in bedeni titredi, nefesi hızlandı.
— Onu kaybediyoruz! diye bağırdı Zeynep.
Lara hemen Elif’in yanına koştu, sembolünü göğsüne bastı.
— Elif! Bunu sen kontrol edebilirsin! Biz buradayız! Yalnız değilsin!
Elif çırpınırken gözlerinin önünde karanlık bir boşlukta yalnız yürüdüğünü gördü. Ama Lara’nın sesi o boşluğun içinde yankılandı. Derya ve Zeynep de ellerini ona uzatmış gibi görünüyordu. Elif gözlerini kapadı, derin bir nefes aldı.
— Ben yalnız değilim. Hiçbir zaman olmadım.
Bunu söylediğinde maske çatlayıp yüzünden düştü. Elif sendeledi ama ayakta kaldı. Maskeler yok oldu, salonun kapısı açıldı.
Üçü birden Elif’i kaldırdı. Zeynep gülümsedi:
— İyi misin?
— İyiyim, dedi Elif, ama sesi titriyordu. — Bu kule bizim korkularımızla oynuyor. Hepimizin sınavı var.
✨ Labirentin İçinde
Kapıdan geçtiklerinde kendilerini bir labirentin içinde buldular. Duvarlar hareket ediyordu, her dönemeçte yollar değişiyordu. Birbirlerinden ayrılma ihtimali vardı, bu yüzden kenetlendiler.
Ama gölge bu fırsatı kaçırmadı. Labirentin ortasında bir sis yükseldi ve aniden dört yol ayrımı belirdi. Duvardaki yazılar şöyle diyordu:
“Kendi yolunu seç. Cesaretin varsa, yalnız git.”
Lara hemen itiraz etti:
— Hayır, bu oyunlara gelmeyeceğiz.
Ama zemin sarsıldı, sis onları birbirinden ayırdı. Her biri farklı bir koridora sürüklendi.
Zeynep kendini karanlık bir salonda buldu. Ortasında babasının hayalini gördü. Adam ona sırtını dönmüş, ağır adımlarla uzaklaşıyordu. Zeynep koşmak istedi ama ayakları zincirlendi. Gölge fısıldadı:
— “Ne kadar uğraşsan da, seni hep terk edecekler.”
Elif, bembeyaz bir odada uyandı. Ama odanın köşelerinde, tanıdığı tüm yüzler birer birer yok oluyordu. Lara, Derya, Zeynep… hepsi toza dönüşüyordu.
— “Gördün mü? Hep yalnız kalacaksın.”
Derya kendini devasa bir arenada buldu. Karşısında yüzlerce gölge askeri vardı, ama elindeki sembol paramparça olmuştu.
— “Kime güveneceksin? Elindeki güç bile seni terk etti.”
Lara ise bir odada tek başına, yerde yatan üç bedene bakıyordu. Zeynep, Derya ve Elif hareketsizdi. Gözlerinden yaşlar süzüldü.
— “Onları koruyamayacaksın. Ne kadar uğraşsan da, hepsi senin yüzünden düşecek.”
Ama o anda, dört kız aynı anda birbirlerinin sembollerini hissetti. İçten gelen bir bağ vardı; gölge onları ayrı düşürmeye çalışsa da kalplerinde kopmayan bir ışık vardı.
Zeynep zincirleri kırdı, babasının hayaline doğru haykırdı:
— Ben terk edilmeyeceğim, çünkü yanımda onlar var!
Elif ellerini yumruk yaptı, yok olan yüzlere inat bağırdı:
— Ben yalnız değilim! Onlar benim ailem!
Derya paramparça sembolünü ışıkla onardı, arenayı aydınlattı:
— Gücüm benim içimde değil, bizde!
Lara gözyaşları içinden başını kaldırdı:
— Onları asla kaybetmeyeceğim, çünkü biz birbirimizi taşıyoruz!
O an labirentin dört duvarı aynı anda sarsıldı. Sis dağıldı, koridorlar birleşti. Dört kız tekrar bir araya geldi. Hepsi ter içinde, gözleri yaşlı ama daha da güçlüydü.
Zeynep derin bir nefes aldı.
— Bu kule bizim en büyük sınavımız. Korkularımızı, kayıplarımızı önümüze koyuyor.
Elif başını salladı.
— Ama biz her seferinde birbirimize tutunuyoruz.
Derya gülümsedi.
— Gölge bunu beklemiyordu.
Lara gözlerini kulenin en yüksek kısmına dikti.
— Bizi bölemedi. Şimdi asıl yüzünü göstermek zorunda.
✨ Kalbe Doğru
Labirentin sonunda dev bir merdiven belirdi. Kristallerle kaplıydı, yukarıya doğru sonsuz gibi uzanıyordu. Her basamakta gölgenin uğultusu artıyordu. Kızlar omuz omuza verip tırmanmaya başladılar.
Her adımda daha da ağırlaştılar, sanki gölge onları yavaşlatmak için ağırlık bağlıyordu. Ama birbirlerinin ellerini bırakmadılar. Yukarıya yaklaştıkça kalplerinde aynı anda tek bir şey hissettiler: gölgenin kalbi.
Kulenin zirvesine ulaştıklarında devasa bir kapı önlerinde belirdi. Kapıdan içeri soğuk bir rüzgâr esti. Gölgenin sesi bu kez çok daha netti:
— “Geldiniz… Cesur ama aptal çocuklar. Şimdi göreceksiniz, korkularınızdan kaçamayacaksınız.”
Derya dişlerini sıktı.
— Kaçmıyoruz. Karşılaşıyoruz.
Zeynep başını kaldırdı.
— Ve kazanacağız. Çünkü biz birlikteyiz.
Kızlar ellerini sembollerine bastılar. Kapı gürültüyle açıldı. İçerisi zifiri karanlıktı, ama karanlığın içinde dev bir gölge bedeni onları bekliyordu.
Artık kaçış yoktu. Asıl savaş başlıyordu.
Kapıdan içeri girdiklerinde kulenin kalbi karanlık bir boşluk gibi göründü. Yerde simsiyah bir kristal çember vardı, duvarlarda ise kırmızı damar gibi ışıklar dolaşıyordu. Odanın ortasında gölgenin devasa bedeni belirdi. Boyu tavana kadar uzanıyor, gözleri kor gibi yanıyordu.
Gölge kükredi, ses duvarları titretti:
— Siz… sadece küçük birer kıvılcımsınız. Ben bin yıllık karanlığım!
Zeynep öne atıldı, sesi titremeden haykırdı:
— Bin yıl da sürse, bir kıvılcım bile karanlığı yarar!
Gölge devasa bir kolla yere vurdu, kristal çemberden siyah dalgalar yayıldı. Derya sembolünü yere bastı, ışık kalkanı açtı ama darbenin şiddetiyle geriye savruldular. Elif hemen Lara’yı ayağa kaldırdı.
— Birlikte olmalıyız, dedi Elif. Tek başımıza dayanamayız!
Lara başını salladı, gözlerini gölgeye dikti.
— O zaman saldırıyoruz.
Kızlar sembollerini aynı anda parlatıp gölgeye doğru ışık okları fırlattılar. Odada şimşek gibi patlamalar oldu. Ancak gölge kükreyerek tüm okları yuttu, daha da büyüdü.
— Siz bana güç veriyorsunuz! diye alay etti.
Derya dişlerini sıktı:
— Hayır. Biz sana karşı güçleniyoruz.
Gölge bu kez kollarından yüzlerce ince siyah zincir fırlattı. Zincirler kızların ayaklarını ve ellerini yakaladı, onları sabitlemeye çalıştı. Elif zincirlere karşı koymaya çalışırken gölgenin sesi kulaklarında yankılandı:
— Sen en zayıf halkasın. Onları sen düşüreceksin.
Ama Elif gözlerini kapadı, Zeynep’in, Derya’nın, Lara’nın seslerini hatırladı. İçinden yükselen bir ışık dalgası zinciri parçaladı. Elif özgürleştiğinde gözlerinde bambaşka bir kararlılık vardı.
— Ben zayıf değilim. Biz güçlüyüz!
Elif’in ışığı diğerlerine de ulaştı, zincirler kırıldı. Kızlar tekrar bir araya geldiler. Zeynep sembolünü kaldırıp gölgeye seslendi:
— Sen bizi birbirimizden ayıramazsın. Çünkü biz kardeşiz!
O an gölgenin göğsünde bir çatlak belirdi. Küçük ama belirgin. Gölge öfkeyle haykırdı, odanın her yanı sarsıldı.
Lara fırsatı gördü:
— Orası! Kalbi orada!
Hemen sembollerini birleştirdiler. Derya enerjiyi yönlendirdi, Zeynep odakladı, Lara güçlendirdi, Elif ise son darbeyi verdi. Dört ışık birleşip gölgenin göğsüne vurdu. Çatlak genişledi, içinden beyaz bir parıltı çıktı.
Ama gölge geri çekilmedi. Tüm bedenini siyah bir kasırgaya dönüştürdü, kızları havaya savurdu. Duvarlara çarpıp yere düştüler. Zeynep’in omzu acıyla sızladı, Elif’in alnından kan aktı. Ama kimse pes etmedi.
Derya ayağa kalktı, dişlerini sıktı:
— Bu sadece başlangıç. Onun kalbini parçalayana kadar durmayacağız.
Lara gözlerini gölgeye dikti.
— Evet. Çünkü buraya kadar geldik ve artık geri dönüş yok.
Gölgenin kasırgası daha da büyüdü, tüm salonu yutmak üzereydi. Ama kızlar ellerini birbirine kenetledi. Kalplerinden yayılan ışık, sembollerine aktı. Bir an için odanın tamamı gündüz gibi aydınlandı.
Ve o ışığın içinden hep bir ağızdan haykırdılar:
— Biz birlikteyiz!
Gölge geri çekildi, çığlık attı. Göğsündeki çatlak daha da derinleşti. Ama parçalanmadı. Karanlık hala güçlüydü, sadece sarsılmıştı.
O anda gölge korkutucu bir şekilde güldü:
— Güzel… beni yaraladınız. Ama asıl savaş yeni başlıyor.
Kristal çember alev gibi parladı, odanın zemini çatladı. Kulenin tamamı titremeye başladı. Kızlar birbirlerine baktılar; korkuları vardı ama gözlerinde bir karar da parlıyordu.
Elif fısıldadı:
— Sonuna kadar…
Zeynep, Derya ve Lara başlarını salladılar.
Artık bu sadece bir savaş değil, onların dostluklarının, cesaretlerinin ve ruhlarının sınavıydı.
Kule inlemeye başladı, duvarlardan büyük parçalar koparak yere düşüyordu. Zemin, gölgenin öfkesiyle dalga dalga çatlıyor, kristaller patlayarak alevler saçıyordu. Dört kız yıkıntıların arasında ayakta kalmaya çalışıyordu ama gölge dev bir kasırga gibi odanın ortasında dönüyordu.
Zeynep gözlerini kısmıştı, alnından akan terle kan birbirine karışıyordu.
— Bizi burada gömmek istiyor.
Derya sembolünü kaldırdı, ışıkla üzerlerine düşen taşları eritti.
— Ama biz mezar kazmaya gelmedik. Onun kalbini sökmeye geldik!
Gölge, çığlık atarak kollarını savurdu, simsiyah dikenler her yöne fırladı. Lara hızlı davrandı, Elif’in önüne atlayıp sembolünü kalkan gibi tuttu. Dikenler ışığa çarpıp parçalandı ama Lara dizlerinin üzerine çöktü, nefesi hızlandı. Elif onun elini tuttu.
— Lara! Dayan, lütfen…
Lara acıyla gülümsedi:
— Merak etme… ayaktayım.
Zemin büyük bir gürültüyle ikiye yarıldı, kızlar dengesini kaybedip farklı yönlere savruldu. Zeynep çığlık atarak uçurumun kenarına asıldı, parmakları kayıyordu. Elif hemen sembolünden uzanan bir ışık zinciriyle onu yakaladı.
— Sıkı tutun!
Zeynep, tüm gücüyle kendini çekti, Elif’in yardımıyla yukarı çıktı. Ayağa kalktığında gözleri öfkeyle doluydu.
— Bizi ayırabileceğini sanıyor ama daha sıkı kenetliyoruz!
O sırada gölge kasırgasının merkezinden devasa bir yaratık formu aldı. Vücudu yüzlerce gözle kaplıydı, her gözden siyah ışınlar fırlıyordu. Odanın her yanı cehennem gibi oldu.
Derya bağırdı:
— Hepimiz aynı noktaya odaklanacağız! Göğsündeki çatlak… tek zayıf yeri o!
Kızlar sembollerini kaldırıp ışıklarını birleştirdi. Ama gölge bu kez daha kurnazdı. Işık birleşmeden önce kasırgasını hızlandırıp kızları farklı yönlere fırlattı. Zeynep tavana çarptı, Lara yere savruldu, Elif nefesini tutarak ayağa kalkmaya çalıştı.
Gölgenin sesi uğuldadı:
— Tek başınıza çaresizsiniz.
Elif dizlerinin üzerinde doğruldu, sembolünü göğsüne bastı.
— O zaman tek başıma olmayacağım. Kalbim onların kalbiyle bir!
Elif’in sembolünden birdenbire parlayan beyaz ışık yayıldı. O ışık bir köprü gibi uzanıp Zeynep, Derya ve Lara’ya dokundu. Üçü de aynı anda güçlendi, yorgunluklarını unuttu.
Zeynep haykırdı:
— Hadi! Birlikte!
Derya enerjiyi odakladı, Lara yönlendirdi, Zeynep güçlendirdi, Elif kalpten son bağı verdi. Dört ışık gölgenin kalbine saplandı. Çatlak daha da derinleşti, kulenin duvarları paramparça oldu.
Ama gölge ölmedi. Kükreyerek tüm salonu karanlığa boğdu. Bir an için hiçbir şey görünmedi. Nefes bile alınmıyordu. Kızların kalplerinde sadece birbirlerinin ellerinin sıcaklığı kaldı.
Sonra… gölgenin sesi çok daha yakın, neredeyse kulaklarının içinde fısıldadı:
— “Beni yok edemezsiniz. Çünkü ben… sizin içinizdeyim.”
O anda dört kız birden kendi karanlık suretlerini gördü. Zeynep’in gölgesi öfkeyle parlayan, kontrolsüz bir haldi. Derya’nın gölgesi güvensizlik ve korku ile titriyordu. Lara’nın gölgesi umutsuzlukla diz çökmüş haldeydi. Elif’in gölgesi ise yalnız, boş gözlerle yürüyordu.
Kule yıkılırken artık sadece gölgeyle değil, kendilerinin en karanlık yansımalarıyla da savaşmak zorundaydılar.