Gözlerimi kapatıyorum ve hatırlıyorum. Annemin mutfağında, desenleri birbirine uymayan fincanların içindeki çayın sıcaklığını... Babamın koltuğunun sol kısmının biraz daha çökmüş olmasını... Evimizdeki o "takım" olmayan, yıllar içinde birikmiş eşyaların hikayelerini.
Şimdi gözlerimi açtığımda ne görüyorum? Her sektörde, her köşede, her ekranda çığ gibi büyüyen bir mükemmeliyetçilik salgını. Yemeğin sadece tadı güzel olmak zorunda değil - Instagram'da paylaşılmaya değer, estetik tabaklarda, doğru ışıkta, filtrelerle süslenmiş olmalı. Evlerimiz sadece yaşam alanı değil - birer dergi sayfası, sosyal medya sahnesi olmalı. Kendimiz sadece insan değiliz - markalaşmış, "kişisel imajı" olan, kusursuz görünümlü varlıklar olmalıyız.
Kalbim ağırlaşıyor bunu düşündükçe.
Çünkü sevgi mükemmel değildi hiç. İlk öpüşmelerimiz sakardı. Annemin yemekleri bazen tuzsuz, bazen fazla tuzlu olurdu ama hepsi sevgiden pişerdi. Babamın aldığı hediye bazen tam olarak istediğim şey olmazdı ama yine de yüreğimi sımsıcak sarardı.
Bugün ilişkiler bile kusursuz olmak zorunda. "Doğru" insanı bulma telaşı, "ideal" partner arayışı, her şeyin "mükemmel uyum" içinde olması gerektiği yanılgısı... Oysa gerçek bağlar, tamir edilmiş kırıklar üzerine kurulur. Biraz yamuk, biraz düzensiz, bazen zor ama hep gerçek.
Eğitimde mükemmel notlar, işte mükemmel performans, sosyal hayatta mükemmel imaj... Hepsi bir ağırlık gibi çöküyor omuzlarımıza. Nefes alamıyoruz. Her gün biraz daha yoruluyor, biraz daha tükeniyoruz.
Çocukluğuma dönmek istiyorum bazen. Saçları dağınık, dizlerinde yaralar, üstü başı çamur içinde, ama gözleri yaşamla parlayan çocuklara... Onlar mükemmel değildi. Sadece mutluydular.
Bu çağ bize unutturmaya çalışıyor: İnsan olmanın özünde kusurluluk var. Hatalarımız, yarım kalanlarımız, dikiş yerlerimiz, yamalarımız bizi biz yapan şeyler. Ağladığımızda gözlerimizin şiip kızarması, güldüğümüzde yüzümüzde oluşan kırışıklıklar, endişelendiğimizde titreyen ellerimiz...
Bırakalım artık. Bırakalım her şey mükemmel olmak zorunda olmasın. Bırakalım hayatımız kataloglardaki gibi olmasın. Bırakalım sevdiklerimizi oldukları gibi, kusurlarıyla birlikte sevebilelim. Bırakalım kendimizi sürekli bir şeylerin "yetersiz" versiyonu gibi hissetmeyelim.
Çünkü en derin güzellik, en samimi sevgi, en kalıcı mutluluklar hiçbir zaman mükemmelin içinde saklı değil. Tam tersine, mükemmeliyetin soğuk ve sert kabuğunu kırıp, altındaki yumuşak, sıcak, kusurlu ve gerçek olana ulaştığımızda karşımıza çıkıyor.
Bu çağın mükemmeliyetçilik hastalığına karşı en güçlü panzehir, kusurlarımızı kucaklayacak cesareti bulmakta yatıyor. Belki de şimdi tam zamanıdır: Nefes alalım, bırakalım, ve sadece olalım. Olduğumuz gibi... Yeterince iyi, yeterince güzel, yeterince değerli olduğumuzu hatırlayarak.