Güneş gökyüzünden aldığı ışıltılarını bir sim gibi serpiştiriyordu lavanta bahçesinin üzerine doğru. Her huzmede morlu eflatunlu renk cümbüşü eşlik ediyordu kuş seslerine. İçimde de baharlar açmıştı. Sanki yarış ediyordum lavanta bahçesiyle. Gözlerimi kapadığım salıncakta derin bir nefes aldım. İleri geri sallandığım her an, ağır çekimde ilerleyen zaman dilimi gibi; bir gidip bir geliyor, bitmesin bu an diyordu. Uzaklarda, öylece duran ve yarım yamalak giydirilen süslü bostan korkuluğu bile korkutmuyordu. Aksine! Eğik kafasında duran parçalanmış fötr şapkasıyla dilenir gibi bakıyordu. Acıyordum haline. Rüzgârın ince uğultusu bir kulağımdan girip diğerinden çıkıyor. Sanki hiç birşeyi kafana takma diyerek küpe de taktırmıyordu. Bir tek saçlarımın değmesini isteyen bir el misali dolandırıyordu serinliğini, yüzüme, yüzüme.
Boş çerçevenin içini doldurdum çiçek gibi açan gülümsememle. Hafızam bir fotoğraf makinesi, gözlerim ise deklanşördü. Bir tek bulutların gördüğü ve lavanta kokularının üzerime sindiği ele avucuğa sığmayan bir fotoğraf karesi oluverdim. Belki aksimi yansıtmıyordum. Fakat içimde kopan fırtınalara inat ağlarken yalnızca, ben gülebiliyordum. ????