Yine bir sabah vakti... Telefonum titredi. Seher’in attığı o fotoğraf, başımdan aşağı kaynar sular döktü. Bir baba – gözlerinde dünyanın bütün çaresizliği; kollarında iki minik yavru hayata tutunmaya çalışan. Çadırın gölgesinde, toprağa serili bir örtü... Baba, açlıktan kıvrılan çocuklarını avutmak için boş tenekeyi "davul" yapmış, şarkı mırıldanıyordu. Çocuklar gülmüyordu. Gözlerindeki korku, insanlığın utancıydı.
O an yüreğim parçalandı. Secdeye kapandım:
"Allah’ım! Zalimleri kahru perişan eyle... Bu masumların ahını yerde bırakma!"
Gün boyu gözyaşlarım dinmedi. Ne işe yarayabildim ne kendime gelebildim.
Seslerini Duyurmak İçin Savaştım:
WhatsApp ihbar hatlarına fırlattım o videoları:
"Yayınlayın! Dünya görsün bu vahşeti!"
CNN, BBC, Al Jazeera... Hepsi sessiz.
Ülkemizdeki kanallar? Alt yazıyla geçiştirilen bir "uzak trajedi".
"İdlib’de hava saldırısı: 12 ölü"
12 ölü değildi onlar!
12 anne, 12 Yusuf, 12 küçük Fatıma’ydı...
İçimdeki Fırtına Büyüdü:
"Nasıl bir dünya bu?"diye haykırdım sessizce.
Müslüman ülkelerin ortasında, müminler bombalanıyor...
Dedemin anlattığı o "şanlı maziden" geriye ne kaldı?
Kör gözler, sağır kulaklar, paslı yürekler...
O gece rüyamda gördüm onları:
Baba, boş tenekeye vuruyor;
Çocuklar, fosfor yanığı yaralarıyla gülümsüyordu.
Uyandığımda yastığım sırılsıklamdı.
Ve Seher'in mesajı:
"Bugün 3 çocuk daha kaybettik. Direnen kalpler kırılıyor..."