Milenyum çağında bir sıdıkayım ben,
Zamanın acımasız ritmi arasında savrulan,
Ama dimdik duran bir ağaç gibi, köklerim toprağa sıkı sıkıya bağlı.
Her yaprağım geçmişin acısını taşır,
Ama her dalım, geleceğe umutla uzanır.
İnsanlar maskeler takar,
Sahte gülüşler serper çevresine,
Ama ben, gözlerimde gördüğüm gerçeği konuşurum,
Sessizliğiyle bağıran yürekleri anlarım.
Milenyum çağında bir sıdıkayım ben,
Her kaybolan ruhda izimi ararım,
Ve her kırık kalpte kendi yansımamı görürüm.
Dostlar kaybolur, ihanetler çoğalır,
Ama ben hâlâ dururum,
Sarsılmaz bir taş gibi, karanlığa meydan okur.
Bazen gece çökerken içime,
Bir yıldız kadar yalnız, bir fırtına kadar öfkeli olurum.
Ama yine de sesimi duyururum kendi sessizliğimde,
Ve her acıyı, her ihaneti kalbimde süzerek saklarım.
Milenyum çağında bir sıdıkayım ben,
Doğrulukla yoğrulmuş bir ruh taşıyan,
Kendi gölgesine bile ihanet etmeyen bir savaşçı.
Rüzgârlar esip yollarımı kapasa da,
Yıldızlar yönümü gösterir,
Ve ben kendi yolumda yürürüm,
Kimseye boyun eğmeden, kimseye ödün vermeden.
İçimde bir ateş var, söndürülemez,
Her adımda, her bakışta, her nefeste yanıyor.
Ve bu ateş, benim sıdkımın simgesi,
Kırılgan ama sarsılmaz, sessiz ama güçlü.
Milenyum çağında bir sıdıkayım ben,
Her zaman hakikati arayan,
Her zaman kalbini teslim etmeyen,
Ve her zaman kendi ışığında parlayan.
Dünya kaybolsa, insanlar unutsa da,
Ben hâlâ buradayım, dimdik, sıdık, yalnız ama özgür.
Çünkü bilirim: sıdıklığın ağırlığı,
Güçten daha derin, taçtan daha değerlidir.
Ve bu çağ, bu zaman,
Beni yıldıramaz, beni susturamaz.
Ben, milenyum çağında bir sıdıkayım ben,
Her fırtınada, her ihanetin gölgesinde,
Kendi ruhumla savaşan, kendi ışığıyla var olan,
Ve asla boyun eğmeyen…