Herkes aynı şeyi söylüyor: "Küllerinden doğarsın."
Ama kimse yeni bir yangının iz bırakmayacağını söylemiyor.
Her defasında yeniden başlamak zorunda kalmak, yeniden yanmak değil mi zaten?
Ben artık ex olmuş bir kendime geri dönemem.
Ne zaman "kendine gel" deseler, içimden “Zaten hep kendimden geliyorum,” diyorum.
Ama o gelen ben, çoktan küflenmiş, tozlu bir ben.
İçimde yaşamaya dair bir tek kıvılcım bile yok.
Anlık bir sevinç bile yok ki “İyi ki yaşıyorum lan!” diyeyim.
Ve sonra birileri çıkıp “Üzülme, herkesin derdi var,” diyor.
Ya bir susun be!
En büyük engel insanın kendisidir.
Kendi hatalarının dikilip karşısına geçmesi, pişmanlıkla yüzleşmek…
Ama pişmanlıkla başa çıkmayı kim öğretti bize?
Hayat çoğumuz için sadece tekrar tekrar pişman olmaktan ibaret.
Bir başarı hikâyesi yazabilene helal olsun.
Ben? Ben bir Oblomov’um sanırım.
Hazır yeri gelmişken önerim: İvan Gonçarov – Oblomov.
İçinde kendini bulacaksın, ya da kaybolacaksın… Belki de ikisi birden.
Yine o eski, darmadağın düzenime döndüm.
Güneş batana kadar uyuyorum. Geceyle bütünleşiyorum.
Geceyi seviyorum çünkü sadece ben varım orada.
Gündüzde kaybolan ben, gecede uyanıyor.
Yabancılar yok. Rol yapmıyorum.
Kendimle yalnızım ve bu yalnızlık huzur gibi.
Ama gecenin sonu geldiğinde…
Yatakta dönüp “Sen ne yapıyorsun?” diye sorduğumda
Cevap hep aynı: “Sadece mutlu olmak istiyorum.”
Ama sırf ben mutlu olayım diye başkasının kalbini kırmaya da hakkım yok.
Olmadığım biri gibi yaşamak, kendi mezar taşımı yontmak gibi.
Hüzünler içimde tane tane çoğalıyor.
Artık kendimden bile bir beklentim yok.
Ve...
Şehrazat neden bin bir gece boyunca masal anlattı?
Hayatta kalmak için mi? Kadınları kurtarmak için mi?
Belki de ikisi de.
Ama sonuç değişmedi: Şehriyar kadınları öldürmekten vazgeçti.
Sebebi Şehrazat’tı.
Keşke ben de birinin karanlığında küçük bir ışık olabilsem.
Belki de tek istediğim bu.
Anlam yaratmak.
Her şey dönüyor, evet.
Ama bir şey soracağım:
Devran neden dönmüyor?