ÖZLEMEK VE ÖZLEYEBİLMEK
Sen hiç saniyelerin hesabını yaptın mı? Zamanla boğuştun mu hiç. Önce mesafelere küfretmeyi öğreneceksin. Ardından seveceksin o gudubet mesafeyi... Artık o kadar açılacak ki aradaki mesafe, o dünyanın bir ucu, sen bir ucunda olacaksın... Öyle bir şey olacak ki, arada açılan ve gittikçe uzayan mesafeden dolayı ondan gelen kötü duygular ulaşmayacak sana ve sen onu hep iyi bileceksin, güzel hatırlayacaksın, saklayacaksın onu kalbinin en şirin sokağında...
Sonra bu özlemek denen şeyden de sıkılacaksın.. Neden yanımda değil, ya da ben neden onunla değilim diye şikayet edeceksin. Yapacaksın bunu biliyorum sus o yüzden konuşma. Hislerin dile gelecek, yaşlı bir dede/nine gibi kafanın etini yiyecek işte... Sonra ona ulaşmanın yollarını bir bir arayacaksın. Önce delireceksin, sonra karşılık veremeyeceksin. Bunun sonunda kaybedeceksin... Bu kaybetmek öyle bir kaybediştir ki, anne baba tokadına benzer çarptı mı suratına büyük bir aydınlanma yaşayacaksın... Yanında değilim ya da yanımda değil diye şikayet ettiğin insanı sol yanında taşıdığını hatırlayıp kendine kızacak, aptalın tekiyim ben diyerek bu sefer kendinle kavga edeceksin... Seni sana düşürecek, ama sen onu sol yanından hiçbir şekilde düşüremeyeceksin.
Kan gibi dolaşacak damarlarında. Benden söylemesi. Her yanını saracak, ansızın gelen sıcaklıklar veya tam tersi sıtma ile gelen bir ürperme hissedeceksin. Bu his özlemenin olmazsa olmazıdır. O içinde kaldığı her saniye, toprağa ekilen bir fidan gibi kimseler fark etmeden büyüyecek, büyüyecek ve koca bir ağaç olacak. Bu saatten sonra sana düşen yaslanırsın kavuğuna, gölgesinde onu düşünürsün... Hadi kolay gelsin....