Giriş yap! Hesap oluştur!
Nedir?
Ara
Şifreni mi unuttun?
RÜZGARLI YAĞMUR | 4 - Sözümoki
15 Mart 2022, Salı 13:07 · 218 Okunma

RÜZGARLI YAĞMUR | 4

Rüzgar, bu sefer aceleyle poşeti aldığı gibi, Yağmur'un yanında gitti. Yağmur, Yusuf ile birlikte koltuğa oturmuş, boş duvarı izliyorlardı. Duvarda ilk gün gördükleri, pis leke hâlâ duruyordu. Bu lekeler patates kabuğundan kaynaklanıyordu. Patateslerin kabuğunu daha ince soyabilmek için, Yusuf, patatesleri duvara sürterek soymuştu. Oldukça çirkin bir görüntüydü. Yer yer başka sebze lekeleri de vardı duvarlarda. Evin boyasının kalitesizliği, dökülen boyalar, alttan çıkan astar, ve rutubet ortama negatif bir enerji yayıyordu daima. Yusuf'un evi oldukça çirkindi. Çocuklar Yasemin'in evinin, Yasemin gibi güzel olacağını düşünüyorlardı. İçten içe güzel, rutubetsiz ve temiz çarşaflarla uyuyacakları için mutluydular. Yağmur, sağ ayağının, parmaklara yakın olan üst kısmını, yere vurup duruyordu. Her ayağını kaldırışında beyaz çorabının altının, açık kahverengililiği görülüyordu. Belli ki o, bunu utanılacak bir şey olarak görmüyordu. Rüzgar, gelince ikisi de bir şey demeden kapıya yöneldi. Yağmur, elindeki poşeti oldukça gevşek tutuyordu. Rüzgar, bunu farkedince kendini ele vermemek için gevşek tutmaya çalıştı poşetini. Poşeti oldukça eskiydi, yıpranmış hatta rengi neredeyse tamamen solmuştu fakat bu poşetin okulun ilk günü dağıtılan devlet kitaplarının konulduğu, o dandik ve normal poşetlere göre daha esnek bir poşet olduğunu ilk bakışta anlamıştı. Üzerindeki soluk, mavi önlüklü çocuk resmi, çeşitli kitaplar ve milli eğitim bakanlığı logosu hâlâ belli oluyordu. Her an kopacak gibi durması da poşetin karakteristik bir özelliği haline gelmişti.

Hava açıktı. Güneş tepedeydi fakat ısıttığı pek söylenemezdi. Yine de önceki günlere göre daha iyiydi. İnsanın içini titretmiyordu. Ellerini dondurmuyordu. Yusuf amca, arabanın ön koltuğuna geçti. Yağmur ve Rüzgar ise arka koltuğa oturdular. Yusuf amcanın yanındaki koltuğun üzerinde beyaz bir perde vardı. Perde katlanmamış, adeta fırlatılmış gibi duruyordu. Yusuf amca, perdeyi arka tarafa uzatıp "Riske giremem çocuklar. Bununla üzerinizi örtün, kafalarını da eğin, insan şekli görünmesin kısaca." dedi. Rüzgar ve Yağmur, itiraz etmeden perdeyle üzerlerini kapattılar. Başlarını eğdiler. Rüzgar perdenin altında fısıldadı "Bu son defa başımızı eğişimiz olacak Yağmur." dedi. Yağmur, gülümsedi. "Son defa." diye cevap verdi, fısıldayarak.

Yusuf amca, "Orada ne fısıldaşıyorsunuz bilmiyorum ama, size sıkılmayın diye en sevdiğim kitapları getirdim. Sizde seversiniz umarım." dedi. Rüzgar kafasını dışarı çıkarttığında, Yusuf amcanın kendilerine bakmadan elindeki iki kitabı arkaya uzattığını gördü. Rüzgar, kitapları aldı. Tekrar perdenin altına girdi. Kitapların oldukça ince olduğunu farketti. İnce kitapların yolculuk için adeta biçilmiş kaftan olduğunu düşündü. Kitaplardan biri, Anton Çehov'un "Kara Keşiş" kitabıydı, öteki ise Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın "Şık" adlı öyküsüydü. Şık'ı Yağmur'a uzattı. Kendisi de Kara Keşiş'e başladı. Rüzgar, kitabın yirmi üçüncü sayfasında "Sağlıklı ve normal olmak istiyorsan, sürüye katıl." cümlesinden etkilendi, daha sonra onu Yağmur'a gösterdi. Yağmur, "Bunun için kendi benliğini kaybetmeyi göze almalısın." dedi. Ardından ekledi "Şurada hayatımın en komik kitabını okuyorum, beni rahatsız etme Rüzgar." dedi. Rüzgar, sessizce "Tamam." dedi. Yolculuk boyunca kitaplardan gözlerini birdaha ayırmadılar. Ara sıra Yağmur kıkırdıyordu.

İkizler ellerindeki kitapların henüz tamamını bitiremeden araba durdu. Ön kapının açılış sesi duyuldu, ardından Yusuf amcanın indiğini duydular. Geldiklerini anlayan ikizler, yavaşça başlarını perdenin altından çıkardı. Yağmur kapıyı açmak için, elini kapıya attı fakat kapı kilitliydi. Yusuf amca ortalarda görünmüyordu. Yağmur, "Nerede bu adam?" dedi. Sesi sitemliydi. Rüzgar, dudağını büzüp, kaşlarını kaldırdı, bilmediğini işaret etti. İkizler, bir süre daha bekledikten sonra, Yusuf amca elinde bir poşetle geldi. Poşetin içinden gözlük, bere ve medikal maske çıkardı. "Hiçbir şeyi riske atamam, bunları takın." dedi. Sesindeki hüzün apaçık ortadaydı. İkizler denileni yaptı. Arabadan indiler. Kendilerini, bir sitenin içinde buldular. Etrafta mavi, mor, kırmızı, yeşil, sarı ve pembe apartmanlar vardı. Her biri kocaman ve uzundu. İkizler kaç kat olduğunu tahmin edemiyordu. Her yer soluk bir çimenle kaplıydı. Binalara girişlerde, yol boyunca çakıl taşlarından ince ve uzun yollar yapılmıştı. Arabayı park ettikleri yerde, saksılarda iri aloe veralar vardı. Yasemin'in de, Yusuf amca gibi müstakil bir evde oturduğunu sanmışlardı, fakat Yasemin, apartmanda oturuyordu. İkizler, yeşil ve uzun apartmana doğru yürüyen Yusuf amcayı takip ettiler. Yusuf amca, binanın kapısından içeri girmeden merdivenin başında durdu ve "Asansör bozuktur şimdi çocuklar. On üç kat merdiven çıkıp, soldaki dairenin kapısını çalın. Karıştırırsanız eğer, kapının üstünde, camdan bir mavi yunus asılı. Orası Yasemin'in evi." dedi. Yağmur:
-"Sen gelmeyecek misin yani?" dedi.
Yusuf amca ensesini kaşıyarak:
-"İşlerim var benim. Hem gelsem ne değişecek ki? En iyisi böylesi." dedi. Arkasına ara ara bakarak, gitti. Arabaya bindi ve uzaklaştı. Rüzgar, "On üç kat demek... Ölmezsek iyi." dedi. İkizler dinlene dinlene on üç kat merdiveni çıktılar. Tabiri caizse, ayaklarına kara sular inmişti. Bacaklarının her bir siniri ayrı ayrı acıyordu, bu acıyı derinden hissediyorlar ve ara sıra henüz temizlenmemiş bir merdiven basamağına yığılıp, bacaklarını tutuyorlardı. Haftalarca oturmuşlardı, vücutları o kadar hareketten yoksun kalmıştı ki, beş kat merdiveni bile çıkarken, bacakları acırdı.

Tüm inlemeler ve acılardan sonra, üzerinde, camdan mavi bir yunus olan kapıyı gördüler. Bir an durup "Ya Yasemin'in evi bu değilse? Ya başkası da yunus takmışsa?" diye düşündüler. En sonunda kapıyı çalmaya ikna oldular. "İlk hangimiz kapıya vuracak?" diye sordu Rüzgar. Yağmur, "Ne fark eder?" dedi ve kapıya iki defa yavaşça vurdu. Kapı açılmadı. Bir süre beklediler. Kapı yine açılmadı. İkinci defa vurup vurmamak arasında kaldıktan sonra, bir cesaretle ikinci defa, daha sert ve uzun vurdular kapıya. Yan tarafta zil olduğunu da kapıyı elle çaldıktan sonra fark ettiler. Üçüncü defa, birde beklemeden zile basmak ayıp olurdu diye düşündüler. Bu yüzden zile dokunmadılar. Kapı ikinci çalınışında yavaşça açıldı. Yasemin'in saçları dağınık topuz şeklinde bağlanmıştı ve yüzünde yastık izi vardı. Üzerindeki, yeşil çiçek desenli pijama takımı onun yeni uyandığının en büyük kanıtıydı. Yasemin, gözlerini kısıp, kaşlarını çattı. Garip bir şekilde çocukları tanımaya çalışıyor gibiydi. Yağmur medikal maskeyi ve gözlüğü çıkarttı. Rüzgar da, ona bakarak aynısını yaptı. Bu sefer Yasemin, daha garip bakmaya başladı. Kısık sesle, kendi kendine konuşur gibi bir ses tonuyla "Şaka dimi?" dedi. İkizler daha cevap vermek için ağzını bile açamadan, Yasemin içeri koştu. Kendini siyah deri koltuğun üzerine attı ve ağlamaya başladı. İkizler içeri girdi, kapıyı kapattı ve Yasemin'in yanına gittiler, neler olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Yasemin yüzünü koltuğa yapıştırmıştı, bir an Rüzgar, onun nasıl nefes alabildiğine şaşırdı. İkizler, Yasemin'in, birden bire neden içeri koşup ağlamaya başladığını anlamaya çalışırken, Yasemin hâlâ ağlıyordu. Sakince değil, bağırarak ve hıçkırarak ağlıyordu. Bir yandan da sağ elini yumruk yapmış, güçsüzce koltuğa vurup duruyordu. Bir şeyler söylüyordu, fakat asla anlaşılmıyordu. Kafasını koltuktan yavaşça ve biraz kaldırdı. Bir ucu koltuğa, bir ucu ise burnuna yapışmış olan, sıvı sümüğü arada ince ve şeffaf bir köprü oluşturmuştu. Pijamasının koluyla burnunu sildi. Gözlerini de diğer koluyla sildi. Hâlâ ağlıyordu. Yağmur, acıyan ve meraklı bir yüz ifadesiyle kendini tutamayıp:
-"Neden ağlıyorsun Yasemin abla?" dedi.
-"Çünkü..."
-"Çünkü ne?"
-"Ben nerden bileyim duamın kabul olacağını." Yasemin, hâlâ ağlıyordu.
-"Ne duası?"
-"Yemin ederim... Yemin ederim çok sinirliydim." Biraz olsun konuşabilecek kadar sakinleşmişti.
-"Anlamıyorum seni." dedi Yağmur.
-"Beni anlaman lazım ama. Çok sinirliydim Yağmur. Böyle olmasını aslında istemedim."
-"İnan bizde istemedik."
-"Dilim kopsaydıda.."
-"Deme öyle şeyler Yasemin abla. Ağzından yel alsın."
-"Hayır, Yağmur. Anlamıyorsun."
-"Buna bu kadar ağır tepki vereceğini nereden bilebilirdik ki? Bizim de hatamız var."
-"Sizin bir hatanız yok. Ben, ah... duam keşke kabul olmasaydı."
-"Ne duası bu Yasemin abla?"
-"Yusuf'un ölmesini diledim, öfkeme yenik düştüm."
-"Duan kabul olmamış demek ki."
-"Nasıl yani? Yusuf ölmedi mi?"
-"Hayır. O nerden çıktı?"
-"Siz neden geldiniz öyleyse?"
-"Geleceğimizden senin haberin yok muydu?"
-"Bana kimse bir şey söylemedi. Günlerdir de evden çıkmadım." dedi Yasemin. Ağlaması tamamen durmuştu.
-"Biz, senin geleceğimizden haberin var sanıyorduk."
-"Haberim yoktu."
-"Demek Yusuf amca söylemedi."
-"Söylemedi. Benimle yüzleşmeye gücü yetmedi demek ki."
-"Mesaj da mı atmadı?"
-"Hayır, atmadı."
-"Çok ayıp. İnsan haber verir. Biz de geleceğimizden haberin var sandık da birden geldik. Yoksa..."
-"Yusuf işte, aptalın teki. Ona güvendiğinize inanamıyorum." dedi Yasemin. Ardından ekledi "Ona kendim de nasıl güvenebildiğime inanamıyorum." dedi. Ayağa kalktı. "Neden geldiniz? Sizi evden mi attı yoksa? Ben ona gösteririm." dedi öfkeyle.
Rüzgar, "Annemle babam bizi Yusuf amcaya sormuş. Eve gelmiş hemde. Artık orada kalamazdık. Her an yakalanma riskimiz vardı." dedi. Yasemin şaşkınlıktan, gözlerini kocaman açmıştı. "En mantıklısını yapmışsınız." dedi. Sonra ekledi:
-"Ben elimi, yüzümü yıkayayım. Sizde geçin içeri. Salonda üşümeyin."
-"Tamam." dedi Rüzgar.

Yasemin banyoya gitti. Yağmur ve Rüzgar, onu daha önce hiç bu halde görmemişlerdi. Oturma odasına geçtiler. Küçük ve karmaşık bir odayla karşılaştılar. Odanın ortasında, devasa, yuvarlak bir cam masa vardı. O masa alanın neredeyse yüzde altmışını işgal etmekteydi. Cam masanın üzerinde, turuncu bir küllük, içinde de on, on beş tane sigara izmariti vardı. Küllük uzun zamandır boşaltılmamış gibiydi. Küllüğün çevresine de küller saçılmıştı. Sanki devrilmiş, ardından izmaritler hızlıca küllüğe, tekrar elle alınıp atılmış gibiydi. Masada, iki buçuk litrelik, yarım kola şişesi de vardı, yanında da yenmiş cips kırıntıları. Oldukça karmaşık olan bu masa uzun zamandır silinmemişti. Üzeri tozla kaplıydı. Çeşitli abur cubur paketlerini çöpe atma zahmetine bile girmemişti Yasemin. Oda, boğucu kokuyordu. Tıpkı okul çıkışında, camları kapatılan sınıfa, sabah gelindiğinde duyulan, o tiksindirici koku gibi. Hatta daha ağırı. Salonda'da bulunan deri koltuğun aynısından, oturma odasında da vardı. Deri koltuk ve cam masa odaya bir ofis havası katıyordu. Kirli bir ofis. Gün ışığı, bordo perdeyle kapatılan pencereden, içeriye girmekte zorlanıyordu. Bakınca, adeta güneş içeriye ışık yaymak için kendini parçalıyormuş gibi görünüyordu. Yakında havalar daha da ısınacaktı. Güneş ışığı, tenleri yakacaktı. Tüylü derinin altındaki, kanı kaynatacaktı, neşe getirecekti. Hüznü dağıtacaktı. Fakat hüzünlü olana güneş çare miydi? Bilinmez. Yerdeki etnik desenlere sahip olan kırmızı kilimin üzerinde yer yer patlamış mısırlar vardı. Beyaz ve tuzlu. Fakat ordan bakınca iştah açmıyordu. İnsanın bir an önce, onu toplayıp çöpe atası geliyordu. Televizyon masası hemen camın yanındaydı. Televizyon, duvara sabitlenmişti. Televizyon masasının üzeri de oldukça karmaşıktı. Bir ucu yırtılmış tütsü paketleri, yarım yanmış mumlar, çeşitli çirkin kapaklı defterler, iki bin sekiz senesini andıran erotik erkek dergileri, bira şişeleri ve toz. Tozdan masanın rengi tam seçilemiyordu. Yeşil bir masa olmalıydı. Ucundan kıyısından yeşil bir masa görünüyordu zeminde. Bu kadar küçük bir odaya, neden bunca eşya yığılmıştı? Neden en büyük oda, oturma odası yapılmamıştı? İkizlerin aklından bu sorular geçerken, deri koltuğun üzerindeki kıyafetleri, sağa itip oturdular. Ellerini bacaklarının arasına sıkıştırıp, usulca Yasemin'i beklediler. Onunla, Yusufla oldukları kadar samimi değillerdi. Yine de onu seviyorlardı. Bu boğucu ve tiksindirici kokuda oturmak zordu. Rüzgar, camı açıp açmamayı düşünüyordu sürekli fakat o kadar çekiniyordu ki ayağa kalkıp, camı dahi açamıyordu. O an, Yasemin'le görünenden daha az samimi olduğunu fark etti. İçine bir öküz oturdu. Çekingenliğinden nefret ediyordu. Yağmur'un, ona göre daha aktif olması, ona kendini daha özgüvensiz hissettiriyordu.

Yasemin oturma odasına geldi. Yüzünden su damlacıkları damlıyordu. Elleri de oldukça ıslaktı. Etrafına bakındı, "Peçete şuralarda vardı en son ya." dedi. Deri koltuğun üzerindeki kıyafetlerin altına baktı, bulamadı. Televizyon masasının çekmecelerini kurcaladı, bulamadı. Aramaktan vazgeçti. "Neyse, kendi kendine kurur zaten." dedi. Gür kaşlarınının üzerinden iki parmağıyla geçti. Birkaç damla bile su akmadı fakat o kurutma yönetmi olarak yine de denedi. İkizlerle içli dışlı olmadığı için, onlara nasıl davranmasını gerektiğini, ne yapması gerektiğini tam olarak kestiremiyordu. Diğer koltuğun ucuna oturdu, ellerini birleştirdi, saçlarını arkaya kısmen havalı bir şekilde savurdu. "Bakın çocuklar." dedi. Ne diyeceğini de tam olarak bilmediği için bir süre, canlı yayın spikeri gibi sessizce, kafa sallayarak bekledi. "Nasıl olacak? İnanın bilmiyorum. Burada kameralar var. Burası sandığınız kadar da güvenli değil. Evden asla ama asla çıkmamanız gerekiyor." dedi ciddi bir yüz ifadesiyle. Yağmur, "Oradan da hiç çıkmıyorduk zaten. Alışkınız artık Yasemin abla. Merak etme sen." dedi. Kendinden emin bir şekilde, Rüzgar'a da güvence vererek söylemişti bu sözleri. Rüzgar, hâlâ pencereyi açıp açmamak arasında gidip geliyordu. İçinden kendine sövüyor, cesaretsizliğine kızıyordu. Sonunda kendini tutamayıp, "Camları açsak olur mu?" dedi. Yasemin "Burası site, camdan başkası sizi görür. O zaman ne yaparız? Yakalanırsınız." dedi. Rüzgar, daha kötü hissetmeye başladı. Yasemin, Rüzgar'ın ekşimiş yüz ifadesinden, durumu anladı. "Ama benim odama geçip, orada hava alabilirsin Rüzgar. Orası boş arsaya bakıyor." derken yüzünü sevecen bir hâle sokmaya çalışmıştı. Rüzgar, kafasını olur anlamında, yukarı aşağı salladı. "Hemen salonun sağında." dedi Yasemin. Rüzgar bir şey demeden ayağa kalktı. Odadan uzaklaştıkça, koku da uzaklaşıyordu burnundan. Yasemin'in odasına geldi. Gördüğü manzara karşısında hayretler içinde kaldı. Oturma odasına nazaran, yatak odası çok temizdi. Odaya nergis kokusu hakimdi. Mavi nevresim takımları temiz ve estetik görünüyordu. Duvarda, Van Gogh'un Yıldızlı Geceler tablosu asılıydı. Tablonun maviliği, nevresim takımıyla uyum içindeydi. Duvar turkuazdı. Turkuaz güneşi mükemmel bir şekilde yansıtmış, odayı aydınlık göstermişti. Rüzgar, yerde halı olmadığını fark etti. Yasemin'in yatağı öylesine büyüktü ki, halıya ihtiyaç da duyulmuyordu. Genel olarak tüm mobilyaları büyüktü aslında. Gardrobu büyüktü, komodini büyüktü. Rüzgar, yavaş adımlarla pencereye yöneldi. Kuş desenli tül perdeyi tamamen açtı, uzun zamandır endişe duymadan ilk perde açışıydı bu. Ardından da pencereyi biraz açtı. Güneşle harmanlanmış rüzgar yüzüne naif bir şekilde çarptı. Aldığı temiz havaya doyamadı. Pencereyi tamamen açtı bu sefer. Odaya bir koku hakimdi. Nergis. Nergis kokusunun nereden geldiğini merak etmemişti aslında. Yine de gözleri komodindeki nergislere takıldı. Suyun içindeki nergislerin yanına gitti. Kokladı. Bir daha kokladı ve bir kez daha. Bu koku onu içine çekiyordu. Adeta doyamıyordu. Ardından, sonuna kadar açtığı pencereden kafasını dışarı uzattı. Uzun zamandır bir pencereden dışarıya böylesine uzun bakamamıştı. Biraz kendini sarkıttı. O an özgürlüğün, ne kadar da yüce bir his olduğunu anladı. Hiç tam olarak tatmadığı hâlde. Özgür olmalıydı, bunu biliyordu, hissediyordu. Saklanmak, berbattı. Her gece rüyalarında kabus olarak geri dönüyordu bu macera. Hayatı istediği gibi yaşamayı, belki de her şeyden daha çok istiyordu. Bunun için özgür olmalıydı. Bir kuş kadar özgür olmak değildi dileği, onu hayal bile edemeyecek kadar kısıtlanmıştı hayatı boyunca. Özgürlük onun için, istediği zaman, istediği kişiyle birlikte zaman geçirmek, her şeyin hesabını vermemek ve istediği şeyleri giymek gibi şeylerdi. Aslında oldukça basit şeylerdi. Fakat kısıtlanmayan biri, bunların ne kadar değerli olduğunun farkına varamaz. Temiz oksijeni birkez daha içine çekti. Ciğerleri ne kadar oksijen alabilirse, o kadar içini oksijenle doldurdu. Karşısına baktı. Lacivert, bulutlu bir gökyüzü. Aşağıya baktı. Bomboş bir tarla. Ekinler neredeydi? Her neyse. Bunu düşünmek istemedi o an. Belki de zamanı değildi. Daha ileride, seralar vardı. Devasa seralar. Bir seranın yanında, birkaç çocuk, oturmuş taşla oyun oynuyorlardı. "Kız çocukları nasılda özgür!" diye düşündü. Kendisi erkek olmayı seçmemişti. Hatta hayatı boyunca her zaman "Keşke kız olsaydım." derdi. İçindeki kız olma isteği, trans bir birey olma isteğinden kaynaklanmıyordu. Kızların bu toplumda, hatta dünyada ne kadar da değer gördüklerini biliyordu, gözleriyle yüzlerce kez şahit olmuştu. İlk regl düğünleri bunu açıklamaya yeterdi. Erkeklerin ise çoğu zaman, ezildiğini ve her fırsatta namusunun gözetildiğine de yüzlerce kez şahit olmuştu. Yazları, yakıcı sıcakta şort giymek demek, adının pezevenge çıkması demekti. Şortla kelimenin bir yakınlığı olmasa dahi, toplum saçma şeyleri bağdaştırmakta harikaydı. İş yerlerinde, erkeklerin daha az maaş aldığını daha geçen sene tesadüfen öğrenmişti. Aynı iş, aynı emek fakat daha düşük ücret. Sebep? Erkek. Cinsiyet belasından hep nefret etmişti. "Keşke cinsiyet diye bir şey olmasa, biri yargılanacaksa, cinsiyeti göz önünde bulundurulmadan yargılansa." diye geçirdi içinden. Derin bir nefes aldı. Belki de kendisi erkek olmasaydı, bunca şey başlarına gelmeyecekti. Annesi partiye gitti diye onu dövmeyecekti, vücut kıllarıyla alay edilmeyecekti, daha çok ciddiye alınacaktı, üniversiteye rahatça gidebilecekti. Bunlar aklına geldikçe, daha da kötü hissediyordu. Eğitim hayatı, resmen tamamen bitmişti. Okumayı çok isteyip, elindekinden de olmuştu. O an aklına Yağmur'un her şeyi bırakıp, okuldan çıkışı geldi. "Belki de Yağmur yüzünden buradayızdır?" diye söylendi. Aniden arkadan gelen sesle irkildi. Yağmur kapıya yaslanmış, onu izliyordu. "Benim yüzümden olduğunu biliyorum." demişti o ses. Yağmur yavaşça, Rüzgar'ın yanına geldi. Rüzgar, başını ikizinin omzuna yasladı. "Öyle demek istemedim." dedi. Yağmur bir şey söylemedi. "Burada rahat ederiz diye düşünmüştüm fakat içerisi felaket. Bu oda nasıl da böyle sağlam kalmış?" dedi.
Yağmur, Rüzgar'ın saçlarını okşayarak:
-"Bilmiyorum. Diğer odalara bakmış mıydın?" dedi.
-"Henüz bakmadım. Açıkcası Yasemin abladan çekiniyorum. Neden bilmiyorum."
-"Bende ondan çekiniyorum. Yusuf amcanın samimiyetine alışmışım. Neredeyse bir ay veya bir buçuk ay birlikte yaşadık."
-"İyisiyle kötüsüyle."
-"Ve yakalanmadan."
-"Rüzgar! bir bilsen nasılda kalbim hâlâ endişe içinde yüzüyor."
-"Neden ki? Orada bıraktığımız kediden dolayı mı? En fazla sokağa geri atar Yusuf amca."
-"Kedi mi? Onu tamamen unutmışum. Ne kadar da tatlıydı. Hayır, kediden değil. Hâlâ içimde o kaygı var. Durup duruken geliyor, zaten zehir olan hayatımı daha da zehir ediyor bana."
-"Bende aynı hislerle boğuşuyorum ikiz."
-"Sonumuz ne olacak? Hayatımız boyunca saklanacak mıyız?"
-"Bilmiyorum. Bu fikir midemi bulandırdı."
-"Saklanmak istemiyorum."
-"Bende." Rüzgar, kafasını Yağmur'un omzundan kaldırdı. Pencereyi kapattı. Ardından perdeyi. "Çok alışmayalım. Ne demişler, alışmış kudurmuştan beterdir." dedi gülerek. Arkadan ayak sesleri geldi. Yasemin, hızlı adımlarla ikizlerin yanında gelmişti. "Dinlenelim hadi. Yarın ola hâyır ola." dedi. Akşam olmuştu. Evde üç oda olduğu için bu sefer ikizler aynı odada kalmak zorunda kalmayacaktı. Yasemin her birine birer oda vermişti. Fakat eşya sıkıntısı vardı. Yasemin'in evinde olması gereken şeylerden çok, kullanışsız eşyalar vardı. Yasemin soğuk gecede ince bir battaniye verdi Yağmur'a "Sen kızsın, kızlar güçlüdür. Kızlar üşümez. Rüzgar hasta olur, o diğer battaniyeyle uyusun. O battaniye daha kalın." dedi. Ekoseli ince battaniyesiyle soğuk geceyi, tek başına, kanepede geçirmek fikri Yağmur'u korkutmuştu. Uzandığı suni deri kokulu koltuktan, yıldızsız gökyüzüne bakıyordu. Korkuyordu. Eşyalara bakıp, onları farklı farklı canavarlara benzetiyordu. Kalbi hızlı hızlı atıyordu. Rüzgar esiyordu. Vücudunu bir savunma hali esir alıyordu. Asla mayışamıyordu. Korkuyordu çünkü. "Güya kızlar korkusuzmuş! Korkuyorum işte." diye söylendi içinden. Biraz daha sabretmeye ve uyumaya çalıştı. Dayanamadı. Battaniyesini aldı ve Rüzgar'ın odasının, kapısının önüne gitti. Kapıyı araladı. Rüzgar, kalın ve lacivert battaniyesini kafasına kadar çekmişti. Kıpırdamıyordu. Yağmur, sessizce içeri girdi. Elindeki ekoseli battaniyeyi Rüzgar'ın üstüne örttü. Ardından, ikizinin uyuduğu koltuğun ayak ucuna, tıpkı bir kedi gibi sokuldu. Kendi battaniyesini en üste sermişti. İki kat gayet sıcaktı. Rüzgar, "Uyuyamadın mı?" diye fısıldadı. Yağmur onun uykuya daldığını sanmıştı. Bir an affalladı.
-"Hayır. Korktum." dedi.
-"Demek kızlar da korkuyormuş."
-"Evet."
-"Sadece erkeklerin her şeyden korktuğunu söylemişti annem."
-"Anneme ne bakıyorsun sen?"
-"Aslında sadece annem değil. Hemen hemen herkes. Toplum. Bana kızların korkmadığını, çok güçlü olduğunu ve duygusuz olduğunu, bu yüzden de ağlamadığını söylediler hep bir ağızdan."
-"Korkuyoruz, ağlıyoruz. Her zaman güçlü falan da değiliz. Duygular ise... onları kimseye belli etmememiz gerektiğini söylediler. Kız kadın ağlamaz dediler. Ağlamamaya çalıştık. Gözlerimiz doldu taştı, biz yine ağlamamaya çalıştık. Duygularımızı tıpkı bir kara kutu gibi sakladık erkeklerden. Kolay lokma olmamalıydık."
-"Erkeklerin her daim güçsüz olduğunu da söylediler. Ben korkmadım Yağmur. Sen korktun ve yanıma geldin." dedi. Son cümlesini söylerken gözlerinin dolduğu, sesinden anlaşılıyordu. "Sen korktun. Sen kızsın. Ben ise er.. erkek. Ama ben korkmadım. Herkes erkekler korkar karanlıktan dedi. Kızlar ise korkmaz. Evimizde, yatağının altındaki turuncu gece lambasını görmeseydim, bende bu yalana inanabilirdim."
-"Onu annemden gizli almıştım."
-"Her şeyin gizlice yapılması beni bunaltıyor."
-"Anneme olan korkum, sevgimi aştı. Korkarak kimse sevilmiyormuş. Bunu yeni fark ediyorum Rüzgar. Birinden hem korkup, hemde ona karşı sevgi beslenmiyormuş. Annemi hep sevdiğimi sanmıştım, kendime dahi yalan söylemişim. Annemi sevmiyordum ben, ondan ölesiye korkuyordum. Birine karşı gelmemek, her dediğini yapmak, sözünden çıkmamak... bunlar sevgi değilmiş. Tıpkı bir patron-işçi ilişkisindeymişiz meğer."
-"Anneyi sevmemek düşüncesi bile beni korkutuyor Yağmur. Zorunda hissediyorum. Sevmezsem, hayatımın merkezine almazsam... tahmin bile edemiyorum ki. Açıklayacak söz bulamıyorum."
-"Kendimi zavallı gibi hissediyorum şu an. Keşke başka bir ailede, başka bir kaderle, başka biri olarak dünyaya gelseydim."
-"Hepsi tamam da, ben yine kendim olarak gelmek isterdim. Belki kız olarak. Bilirsin."
-"Kız olmak sandığın kadar iyi değil. Gelecek kaygısı hep aklımda. Sen belki evlenip, karının parasını yiyerek yaşayabilirsin ama ben? Hangi erkek evde oturan kadın ister ki? Kendisi evin işini yaparken, bende bir iş bulup çalışmak zorundayım."
-"Ev işlerini küçümseme Yağmur. En az bir yerde çalışmak kadar yorucu. Çocuk bakmak da öyle. Erkeklerin birden bire kucağına bir çocuk veriliyor. Hiçbir bilgin yok ve gelde uğraş. En kötüsü de ne biliyor musun Yağmur? Ne kadar iyi bir baba olursan ol, ortalama bir baba sayılacaksın fakat çocuğun mamasını, önüne koyunca, biraz onunla oyun oynayınca dünyanın en iyi annesi sayılacaksın. Bu durum beni çocuk yapmaktan soğutuyor. Toplum, bana kendimi oldukça yetersiz hissettiriyor." dedi Rüzgar. Derin bir iç çekti. Zaman hızla akıyordu. İkisi de tane tane konuştuğu için saatin farkına varmamışlardı. Yağmur'un gözleri yanmaya başlamıştı çoktan. Bu, gözlerin yorulduğunun ve artık uyumasının gerektiğinin en büyük belirtisiydi. Kendini, düşünmekten bir türlü uykuya teslim edemiyordu. Uyumak için can atıyordu. Uyuyamıyordu. Uzandığı halde vücudu dinlenmiyordu. Bitkin hissediyordu daima. Ne kadar oturursa otursun, o his geçmiyordu. Kapalı havalarda daha çok bastırıyordu bu berbat his. Üzerine ağır bir dede yorganı alıp, onun altında kendi karbondioksitiyle mücadele etmek istiyordu. Yasemin'in dede yorganı olmadığı için ona içinden sitem etti. Bu sitem yaklaşık beş saniye sürdü. Sonra kediyi düşündü. Islak göbeğini okşadığı anda vücuduna yayılan huzuru tekrar hissetmek için neleri feda etmezdi ki? Kendi kedisi de olduğu aklına geldi bir an. Ekmek'i ne de çabuk unutmuştu böyle. Bunu kendisinden beklemiyordu. Aslında kendinden beklemediği pek çok şey yapmıştı. Bunu da bir anlığına fark etti.

Gözleri, ayağının ucunda ikizinin de olmasının verdiği "hiçbir şeyi kaçırmıyorum hissiyle kapandı." Birkaç dakika olmuş gibiydi. Ne kadar zaman geçti bilmiyordu. Başını iki eliyle bastırırken, sonsuz bir kuyuya düşer gibi hissediyordu. Gözlerini açmaya çalışıyordu ama nafile. Berbat bir his olduğunu ilk hissettiği andan beri anlamıştı. Belki de his değildi. Yaşıyordu. Kafası en az bir kâse aşure kadar karmaşıktı. Neler olduğunu anlamaya çalışmaya yeltenmiyordu, sadece uyanmaya çalışıyordu. Düşüyordu. Ya da düşmüyor muydu? Kendini uzay boşluğunda süzülürkenki gibi hissetse, buna tahammül edebilirdi. Başındaki baskı arttı, düşüş hızlandı. Beyni ısındı. Çınladı. On dokuzuncu defa zorladı, zorladı ve bir anda gözleri açıldı. Sanki o an nefes almıyormuşcasına, bencil ve insani duygularlarla hızlı hızlı nefes almaya başladı. Oksijen seviyesi onu bir süre sonra tatmin etti. İkizine bakmak istedi. O kadar karanlıktı ki, ikizine ayağıyla dokunmasa, onun orda olmadığını düşünecekti. Ay ışığı sadece kenardaki kapıya vuruyordu. Susadığını anladı. O kadar susamıştı ki ağzında tükürük oluşturup, yutamıyordu bile. Sağ eliyle, sağ gözünü ovuşturarak, sessizce kalktı yerinden. Kalkarken, ikizinin açılan üstünü kibarca örttü. Ay ışığının vurduğu kapıya yöneldi. Kapıya doğru yürürken bir an kendini ölmüş ve cennete açılan kapıya yürüyormuş gibi hissetti. Ölüm düşüncesi onu bir an ürküttü. "Sadece bir ay ışığı" dedi içinden. Kendini böyle rahatlattı. Ürkek adımlarla ışığa doğru yavaşça yürüdü. Kapı koluna elini attı. Gıcırdayarak açıldı. Kapı uzun zamandır yağlanmamıştı demek. Gıcırdayan ve hâlâ da yağlanmayan kapı "Bakımsız ev" imajı çiziyordu. Karanlıkta, duvarlara dokunarak mutfağı aradı. Bulamadı. Tuvaleti buldu onun yerine. Tuvalet musluğuna ağzını dayadı, çeşme suyunu iştahla içti. İçtikçe daha çok susatan çeşme suyuna, Yusuf'un evinden aşinaydı. Ağzı bu berbat tada çoktan alışmıştı. Tekrar odaya dönmek için arayışa girdi. Odayı bulduğunu sandı. Kapıyı açtı ve mutfağı bulmuştu. Işıkları açtı. "Aydınlık" dedi içinden. "Karanlıkta hayat ne de zormuş!" diye fısıldadı. Tezgahtaki büyük musluğun yanındaki küçük musluğu görünce morali bozuldu bir an. "Boğazımdan kireçsiz su geçebilirdi" diye düşündü. Buzdolabını görünce acıktığını fark etti. Geldiğinden beri bir şey yememişti. Aslında teklif bile edilmemişti. Kendini bir an, misafir gibi değil de mülteci gibi hissetti. Buzdolabına baktıkça acıkıyordu. Bir yandan utanıyor, bir yandan da acıkmaya devam ediyordu. Yasemin'in çöpten yemek toplamadığını biliyordu. Temizliği garanti olan yiyeceklerin olduğu düşüncesi, buzdolabının kapağını iştahla açmasına sebep oldu. Gördüğü manzara karşısında çokta şaşırmadı. Neredeyse buzdolabında hazır yiyecekten başka bir şey yoktu. Hazır çorbalar üst üste bir rafa boylu boyunca resmen fırlatılmıştı. Bu çorbaların çoğu mercimek çorbasıydı. Yumurtalıkta, yumurta yerine hazır çin erişteleri vardı. Tavuklu olduğu yazan ama vegan çin eriştelerinden gözleriyle, hızlıca on paket saydı. Buzdolabına uzun uzun bakmadı. Çoğu kadın yemek yapmayı bilmediği için, bekar bir kadından beklenen manzaraydı. Bir tane hazır mercimek çorbası aldı, bir ketıla su doldurdu, prize taktı ve çalıştırdı. Su kaynamasını bekleyene kadar hazır çorbayı bir bardağa dökmüştü bile. Heyecanla turuncu çorbası için suyun kaynamasını beklemeye devam etti. Bir an aklına ekmekle yemek geldi. Ekmekliğe baktı, ekmeklikte ekmek yoktu. Bu onu yedi saniyeliğine üzdü. Su kaynadı, çorbasını yaptı. Masaya oturdu ve üfleyerek içmeye başladı. Bardakta yaptığı çorbayı, kaşıkla içiyordu. Hemen hemen her şeyi kaşıkla içiyordu zaten. Utanmasa suyu da kaşıkla içecekti. Kaşıkla bir şeyler içme fantezisi vardı. Çorbasını içti, bardağı üstünkörü çalkaladı ve tezgaha bıraktı. Şimdiye kadar yakalanmadığı için kendiyle gurur duydu. "Aç mideyle tabiki kâbuslara dalarım." dedi içinden. Karanlıkta arayış macerasına geri döndü. Rüzgar'ı buldu ve ayak ucuna usulca uzandı. Üzerini örttü. Bir an uyumaktan korktu. Daha doğrusu kabus görmekten korktu. Bir süre direndi fakat daha sonra dayanamadı. Gözleri kendiliğinden kapandı.

Yağmur sabah gürültüyle uyandı. Evin içinde bir koşuşturma hâli vardı. Rüzgar, Yağmur'u sallayarak uyandırmaya çalışıyordu. "Kalk Yağmur, kalk!" diyordu. Yağmur gözlerini sakince araladı, Rüzgar, çok telaşlı görünüyordu. Kapı çalıyordu. Yasemin ise İkizlerin poşetlerini yan odadaki koltuğun altına tıkıştırıyordu. Bir yandan da ikizleri saklayacak yer arıyordu. Yasemin'in gözüne bir anda gömme dolap ilişti. İkizlerin yanında gidip, sessizce "Yan odadaki gömme dolaba saklanın çabuk! Yağmur hâlâ kalkmadın mı?" dedi. Elleri titriyordu, ayakları istemsiz bir şekilde bir sağa bir sola gidiyordu. Kapı ısrarla çalmaya devam ediyordu. Zil sesinin tiz sesi kulaklarda çınlarken, çocuklar hızla gömme dolabın olduğu odaya gittiler. İçinde çok fazla eşya olmayan bu dolap neredeyse boştu. İçindeki kıyafetleri kucaklarına aldılar ve dolabın içine girdiler. Yasemin, çocukların yanına gidip dolabı dışarıdan kapattı. Rüzgar ve Yağmur, olabildiğince yere eğildiler, kucaklarındaki kıyafetleri, üzerlerine örtmeye çalıştılar. Hızlı hızlı soluk alıp veriyorlardı. Yağmur, daha olayın ne olduğunu bile anlayamamıştı. Gece çok geç saatte uyuduğu için, tüm bu telaşa rağmen hâlâ tam olarak ayılamamıştı. Bir an ellerinin deli gibi titremesinden utandı. Titremeyi bastırmaya çalışmak için, iki elini birleştirdi. Kendini kastı. Birazcık işe yaramıştı fakat hâlâ ellerinin titrediği belli oluyordu. Aynı zamanda burnundan nefes alıp, ağzından veriyordu ve düzenli bir şekilde yapıyordu bunu. Rüzgar ise gözlerini sımsıkı kapatmıştı. O kadar sıkı kapatmıştı ki göz kapakları buruşmuştu. Nefesini tutmuşa benziyordu. Göğsü nadiren inip kalkıyordu. Kendini nefesini tutarak sakinleştirmeye çalışıyordu. İkizler sakin olamamalarının normal olduğu bu durumda kendilerini sakinleştirmek için türlü yöntemler deniyorlardı. Duygularını bastırıyorlardı. İlerde bu durumun onlar için daha kötü sonuçlar doğuracağından habersizlerdi.

Kapı açılma sesi geldi. Ardından bir erkek sesi geldi. Yağmur "acaba Yusuf amca mı?" diye düşündü bir an. Rüzgar'ın hâlâ gözleri sımsıkı kapalıydı. Yağmur, hafifçe Rüzgar'ı dürttü. Rüzgar tepki vermedi. Yağmur daha çok endişelendi. Rüzgar'ı bir daha dürttü.
- "Rüzgar, baksana." dedi fısıldayarak. Rüzgar, buruşmuş göz kapaklarını yavaşça açıp:
-"Ne var?" dedi.
-"Bu ses Yusuf amcanınkine benziyor mu? Ben benzetemedim"
-"Yusuf amca değil zaten."
-"Kim o zaman? Başka kim gelebilir ki?"
-"İsmet."
-"İsmet kim be?"
-"Her hafta temizliğe geliyormuş" dedi. Sesini daha fazla alçatarak "Bu temizliğe gelmiş hâli." dedi.
-"Temizliğe geliyorsa, haram kazanıyor."
-"O nerden çıktı?"
-"Baksana ev leş."
-"Doğru. Yağmur biraz daha sessiz konuş." diyerek, işaret parmağını dudağına götürdü. Rüzgar.
-"Tamam." dedi Yağmur. Ardından kocaman açtığı gözleriyle karanlık gömme dolapta eğilmeye devam etti.

Sesler kesildi. Kapı tekrar gıcırdadı. Birden tiz ve yüksek bir erkek sesi "Emin misiniz Yasemin Hanım?" dedi. İsmet'in sesiydi bu. Nasıl da kötü bir sesti. Yasemin'in ne dediği duyulmuyordu fakat İsmet'in gür ve tiz sesini duymamak mümkün değildi. "Yasemin Hanım neler söylüyorsunuz? Ne yapacağım ben?" diyordu ince ses. İkizler duydukları cümlelere anlam veremiyordu. Rüzgar "Acaba Yasemin abla bizi ele mi verdi?" diye düşündü. Bu düşünce ona kendini olduğu durumdan daha kötü hissettirdi. Sesler tamamen kesildi. Kapı tekrar gıcırdadı. Ayak sesleri duyuldu ve gömme dolabın kapağı açıldı. Yasemin elleriyle çamaşırları sağa sola itti. İkizlere içeriye gelmelerini söyledi ve gitti. Rüzgar:
- "İçeri dediği, şu oturma odası mı?" diye sordu Yağmur'a.
-"Maalesef orası."
-"Desene midemiz bulanacak."
-"Temizlikçi varmış güya. Haftada bir gün de geliyormuş. Hiç inanasım gelmedi."
-"Bu halde evi görünce ilk bende inanmadım ama evin diğer yerleri gayet temiz. Bunu fark edince inandım."
-"O odayı özellikle mi bırakmış?"
-"Bilmem."
-"Peki ya kapılar? Neden yağ dökmemiş ki kapılara"
-"Herhalde kapı gıcırdaması hoşuna gidiyor Yasemin ablanın."

Oturma odasına gittiler. O boğucu koku, izmaritler, erotik dergiler ve mumlar hâlâ yerindeydi. Yasemin deri koltukta oturmuş, tütün içiyordu. Sigara ona hafif geldiği için tütüne başlamıştı uzun zaman önce. Tütünü çikolatalaydı. Yasemin'in tütün içtiğini gören ikizler çok şaşırdı. Koltuğa oturdular. Yağmur, çekingen bir tavırla "Sigara içtiğini bilmiyorduk." dedi. Yasemin bir an afalladı. "Demek Yusuf bundan bahsetmedi." dedi. Yusuf'un adı geçince moralinin bozulduğu yüzünden anlaşılıyordu. Sigaranın dumanı Rüzgar'ın burnunu yakarken:
-"Bize daha farklı bir şey söylemişti."
-"Ne?" dedi Yasemin. Meraklanmıştı.
-"Eğer sigarayı bırakırsa, onunla barışacağına dair şeyler."
-"Evet. Hâlâ geçerli teklifim ama bırakmıyor namussuz."
-"Biz onun bırakmasını istediğini öğrenince, senin de içmediğini düşündük."
-"Öyle şey mi olur? Kadın dediğin sigarasını da içer alkolünü de."
-"Ya erkek?"
-"Erkek içmez. Bir kere eline yakışmıyor. İçmese daha iyi. Hem ciğerlerine zarar gelmesin." dedi ve sigarasını var gücüyle içine çekti. Dumanı üflerken, ağzı yuvarlak ve buruşuk bir şekil alıyordu. "Erkek dediğin sigara içmez bir kere." dedi. Bir defa daha içine çekti sigarasını. Bu sefer dumanı üflerken ağzı pek şekil değiştirmedi. Ağzını hafif araladı ve gri duman yayıldı odaya. Zaten kötü kokan oda, Yasemin'in her sigarasını üfleyişinde daha da kötü kokuyordu. Yağmur, saçını arkaya atarak "Gelen kimdi?" dedi. Sanki ikizinden öğrenmemiş gibi, bilmemezlikten gelerek sormuştu. Yasemin'in açıklamasını bekledi. Yasemin, geciktirmeden:
-"Temizliğe geliyor her hafta."
-"Haftafa bir gün mü?"
-"Evet. O da bugün işte. Sizin geleceğinizi bilseydim geçen haftadan hallederdim onun işini."
-"Ne işini?"
-"İşten çıkartmak işte canım. Siz de laftan anlamıyor musunuz?"
-"Kapıda ne konuştunuz ki? Artık gelmeyecek dimi?"
-"Ah benim yufka yüreğim."
-"Yani?"
-"Her hafta bugün, yani perşembe gelecek."
-"Yakalanırsak?"
-"Gömme dolaba girersiniz sabahtan."
-"Dolabı temizlemek için açmayacak mı sanki?" Yağmur'un ses tonu yükselmişti. Yasemin bu yükselişi fark etti. Daha yüksek bir ses tonuyla karşılık verdi:
-"Gömme dolaba bakma derim, olur biter."
-"O zaman daha çok şüphelenir."
-"O zaman direkt adını vermem dolabın. Kıyafetlere dokunma derim."
-"Zaten eve dokunduğu yok."
-"Hayır hayır İsmete laf attırtmam. Çok iyi temizliyor."
-"Yasemin abla, biraz etrafına bakar mısın? Bu oda çok kirli. Şu masaya bak, cam olduğunu ona dokununca anladım. Hele televizyon masası, meğer yeşilmiş!"
-"Bu odayı daha geçen hafta temizledi."
-"Bir haftada bu hale nasıl geldi peki?"
-"Ah çocuklar..."
-"Yusuf amca gibi söze başlıyorsun."
-"Alma onun adını ağzına. Zaten bu oda böyleyse onun yüzünden."
-"Gelip bu hale mi soktu?"
-"Gelmeden de sorun yaratıyor o."
-"Nasıl yani?"
-"Onun yüzünden çöktüm ben. Odadan da tek bir çöp kaldırmadım."
-"Anladım. İstersen Rüzgar'la ben temizleriz."
-"Yok gerek yok. Haftaya İsmet gelir temizler. Üç yüz lira alıyor bu evi temizleyip. Bir zahmet o temizlesin."
-"O gelene kadar bir hafta daha böyle mi kalacak?"
-"Rahatsız olan temizler. Ben kadınım. Kadının iş yaptığı nerde görülmüş? İyice köle olurum burayı temizlersem." dedi Yasemin. Salına salına ayağa kalktı. Odadan çıkarken hâlâ sigarasını üflüyordu.

Yağmur ve Rüzgar bir süre öylece oturdu. Rahatsız hissediyorlardı bu odada. Birden baş ağrısı basıyordu insanı. Bu ağır koku, toz, duman... Yağmur kalktı ve pencereyi açtı. Rüzgar, "Ne yapıyorsun? Ya bizi biri görürse?" dedi. Yağmur değişmeyen ekşimiş yüz ifadesiyle:
-"Görürse görsün be Rüzgar. Baksana şu kadına. Yasemin abla dedik, güvendik. Resmen bizi kendi elleriyle, İsmet denen adama teslim etmediği kalmadı."
-"Yağmur ne yapabiliriz ki? Başka kim var ki?"
-"Tamer'i hatırlıyor musun?"
-"Evet. Her şey onun doğum günü partisi yüzünden oldu."
-"Onda kalmaya ne dersin?"
-"Bizimkiler evin yolunu biliyor, okula yakın ve ailesiyle yaşıyor Tamer. En son gidilecek ev orası aslında."
-"Haklısın."
-"Yağmur, benim açlıktan midem bulanıyor. Buraya geldiğimizden beri su bile içmedim. Utandığım için." dedi Rüzgar. Bunları derken karnını sıvazlıyordu. Yağmur, "Hadi birer çin eriştesi yiyelim, ardından da çay içip şu odaya birlikte girişiriz, kadın ederiz."
-"Dil değişmedikçe, ne yapsak nafile. Neyse ben şu an çay ve çin eriştesine değil bu odayı temizlemek, tüm evi yalar yutarım." dedi Rüzgar.

Mutfağa gitti ikizler. Çin eriştesi yerken neşeli bir şekilde sohbet ediyorlardı. Rüzgar, her şeye rağmen, birbirlerinin yanında oldukları sürece ne kadar da mutlu olduklarını fark etti. "Bir olmak bu demekmiş. Hayatın kayarken onun yanında mutlu olabilmek, espiri yapabilmek demekmiş." diye düşündü. İlle de aşk olmasına gerek yoktu. Bu bir kardeş, köpek, anne, baba, sevgili... her şey olabilirdi. Yeter ki taşıdığı bir kalp olsun. İyi zamanlarda birlikteyken mutlu olamayanlar, kötü zamanlarda hiç mutlu olamazlar.

İkizler, yemek yedikten sonra ellerini yıkadı. Yasemin, odasında uyuyordu. Maviler içine gömülmüş gibiydi. Yağmur ve Rüzgar ise oturma odasını temizlemek için kolları sıvadı. Yağmur, çilek kokulu olduğu iddia edilen büyük ve pembe bir çöp poşeti açtı, daha sonra etraftaki göze çarpan çöpleri attılar. Odanın kabasını aldılar. Odadaki bulaşıkları mutfağa götürdüler. Yağmur yavaş yavaş temizlik yapmaya alışmıştı. Hatta küçük bir kovada deterjanlı su hazırlamıştı. Bol köpüklü suya sarı bezi daldırıyor, sıkıyor sonra da masayı siliyordu. "Televizyon masasını silmek için üstündekileri boşaltmamız gerekli." dedi Rüzgar. Birlikte masadaki eşyaları yere koyuyorlardı. Alışık olmadıkları şeyleriyse önce kabaca inceleyip sonra yere koyuyorlardı. Yarım yanmış mumların kenarları keskin bir şeyle kesilmiş gibiydi. Tüm mumlar bu haldeydi. Otuz sekiz tane mum vardı. Hepsi de daha önceden yakılmıştı. Bitmeden yenisine başlanmıştı belli ki. "Bir insanın neden bu kadar çok mumu olur ki?" dedi Yağmur. Kesilmekten şekli bozulmuş bir mumu sağ elinde tutup "Ve çirkin mumları." diye ekledi. Mumların çoğu gerçekten de çirkindi. Otuz sekiz mumun, yirmi dokuzu kırmızı ve tonlarıydı. Bir tane yeşil ve kahverengi mum dışında geri kalanını beyaz ve kısmen yamuk mumlar oluşturuyordu. Mumların hepsini yere koydular. Masa hâlâ oldukça karmaşık duruyordu. Yağmur, bir an sanki ne yaparlarsa yapsınlar hep de karmaşık duracakmış gibi hissetti. Masadaki tütsü kutuları ve geriye kalan diğer ıvır zıvırları da yere koydular. Rüzgar, kırmızı güllü bir tütsü kutusundan bir çubuk tütsü çıkardı. Yerdeki çakmakla yaktı. Tütsü alev aldı. Bir süre bekledikten sonra üfledi ve köz haline geldi. Ortama yayılan gri duman, önce odunsu kokuyordu. Sonradan naif bir gül kokusu odayı sardı. Bir çubuk tütsü; sigara, bira ve karbondioksitle süslenmiş bu odanın havasını güzelleştirmeye çalışıyordu. Yağmur, camı yarıya kadar açtı, perdeyi de üzerine kapattı. Az da olsa içeriye temiz hava girebiliyordu artık. Üzeri boşaltılan masada bir tek erotik dergiler kalmıştı. Üst üste dizilmiş dergiler. İkizler, dergilere dokunmaya utanıyorlardı. Hatta o dergilerin varlığından haberdar olmaktan da utanıyordular. En üstteki dergi sarı kapaklıydı. Çıplak ve yakışıklı bir erkek ve de o erkeğin seksi vücudu, sarı arka plana basılmıştı. Model olmalıydı. Erkeğin meme uçları ve penisi küçük yıldızlarla sansürlenmişti. Ne kadar sansürlü olsa da ikziler utanıyordu. Aslında yalnız olsalar utanmazlardı. Birbirlerinden utanıp, bazı şeyler yokmuş gibi davranıyorlardı. Rüzgar, televizyon masanının çekmecelerini açtı. Üç çekmecesi olan bu masanın iki çekmecesi oldukça dağınıktı. Diğer çekmece ise oldukça düzenliydi. Dağınık olan sağ çekmecedeki eşyaları yere koydular. Ardından eşyaları düzenli bir şekilde içerisine koyup, kurumuş sümüklü peçeteleri, kullanılmış kulak çubuklarını ve kirli ıslak mendilleri çöpe attılar. Açılan boşluğa ise mumların bir kısmını dizdiler. Çekmeceler oldukça genişti. Yağmur, hemen diğer çekmeceyi boşaltmaya koyulmuştu. Ivır zıvır dolu olan bu çekmecedeki çöpleri ayıklayıp, bir köşede açık duran çöp poşetine basket attı. Her basket atışında "Basket!" diyordu heyecanla. Diğer eşyaları da boşaltırken, çekmecenin dibinde gördüğü şeyle gözleri parladı. "Rüzgar! Şuna baksana." dedi. Rüzgar merakla baktı. Gördüğü şey karşısında utandı ve gözleri büyüdü. Çekmecenin dibinde Yusuf'un evindeki albümden vardı. Hemen hemen aynıydı. Fotoğraflar değişiklik gösterse de, içerisinde Yusuf'un da bolca resmi vardı. Yasemin ve Yusuf hemen hemen her fotoğraflarını bastırmış gibiydiler. Normal insanlardan daha fazla fotoğrafı vardı. Yağmur, "Bundan Yusuf amcada da var." dedi. Rüzgar, kafasını yere eğip, kaşını kaşıyarak:
-"Yok." dedi.
-"Hatırlamıyor musun? Beraber bakmıştık hatta."
-"Yok onda albüm falan."
-"Dün baktık daha. Bir hafta bile olmadı."
-"O albüm de burada."
-"Açık konuşsana sen. Nasıl burada?"
-"Dün evden çıkarken, poşetime sakladım albümü."
"Neden?"
-"Fotoğrafları, gizlice Yasemin ablanın görebileceği yerlere koyacaktım. Anlarsın ya, gözden ırak olan gönülden de ırak olur. Yusuf amcayla resimlerini tesadüfen görecekti ve onu özleyecekti."
-"Yusuf amca albümü aldığını fark ederse ne yapacaksın?"
-"Bunun için her gün Yasemin ablanın resimlerine bakması gerekiyor."

U

zaktan Yasemin'in ayak sesleri duyuldu. İkizler telaşla konuyu kapatıp temizliğe devam  ettiler. Biraz sonra Yasemin iki kolunu birbirine dolamış bir şekilde kapıya yaslanmış Yağmur ve Rüzgar'ı izliyordu. Derin bir iç çekip "Sizi de zahmete soktum." dedi. İkizler bir şey değil manasında kafasını sallayıp temizliğe devam ettiler. Sarı kapaklı erotik dergileri gördükten sonra Yasemin'e bakışları değişmişti. Kendilerine zarar vereceği düşüncesi bile akıllarından geçmişti. Halbuki onlar sadece dergiydi.

Gün oldukça sıradan geçmişti. Ne bir gelen olmuştu ne de ikizleri soran. Yusuf'tan haber alamayışlarına hem üzülüyorlardı hemde onun nasıl olduğunu sormaya çekiniyorlardı. Rüzgar ve Yağmur sık sık tarlaya bakan pencereden kafalarını uzatıp dışarıda gibi hissetmeye çalışıyorlardı. Uzun süreli eve kapanmaları içlerindeki yaşama hevesini azaltmıştı. Kendilerini felç bir yaşlıdan farksız hissediyorlardı. Bir hafta da böyle geçmişti. Artık insanların, daha doğrusu ailesinin onların varlığını unuttuğunu düşünmeye başlamışlardı. Bu düşünce ne kadar içten içe onları üzse de, birazcık da mutlu ediyordu. Bu hapishaneden farksız hayattan çıkınca, tadacakları özgürlüğün hayaliyle yaşıyor ve heyecanlanıyorlardı. Birbirlerine sürekli normal hayatlarına dönünce neler yapacaklarından bahsediyorlardı. Bahsettikçe daha da heyecanlanıp, hayali yapılacaklar listelerine eklemeler yapıyorlardı. Bir hafta böyle geçti. Issız bir hafta. Hayatlarının en ıssız ve endişe dolu haftasıydı. Kimse uğramasa da, ikizler dışarıdan gelen en küçük seste strese giriyorlardı. Bir keresinde dışarıdaki ambulans sesini duyduklarında gömme dolaba saklanmışlardı. Dolapta o kadar uzun süre kalmışlardı ki, uykuya dalmışlardı saklanmaktan. Onları Yasemin bulmuştu. Yasemin, empati yeteneği az olan bir insandı. Fakat sabırlı denecek kadar da tahammül seviyesi yüksekti. Yusuf'un pintiliklerine uzun süreler tahammül etmişti fakat onu hiçbir zaman anlamaya çalışmamıştı. Olaylara doğrudan bakıyor, bir şeylerin özüne inme gereksinimi duymuyordu. Onun için hayat tesadüflerle dolu bir senaryo gibiydi. Bazen bir şarkıyı kafayı takar, tesadüflerin eşliğinde, hayatında arka planında zihninde çalardı. Bu şarkılar hemen hemen iki üç ay içinde değişirdi. Bazen bir rock bazen bir arabesk. Tarzı yoktu. Önüne ne konsa yer, ne duysa dinler ve aklına gelen her şeyi ölçüp tartmadan söylerdi.

Bir haftanın sonunda kapı çaldı. İkizler büyük bir telaşla gömme dolaba koşarken, Yasemin söylene söylene kapıya gitti. Kapıyı açtığında ise, göz bebekleri yüzde kırk beş oranına kadar büyümüştü.

Yazarın diğer paylaşımları;
Sözümoki Mutlaka Bilinmesi Gerekenler
O kadar uğraştım ama boşunaymış dediğin hadise neydi?
X

Daha iyi hizmet verebilmek için sistem içerisinde çerezler (cookies) kullanmaktayız. "Çerez Politikamız" sayfasından daha detaylı bilgilere erişebilirsin.

Anladım, daha iyisini yapmaya devam edin.