Seninle konuşmak istediğim o kadar çok şey var ki,
Ama sen, duvar ördün aramızda, sessizliğin karanlık bir kaleye dönüştü.
Her kelimem bir hançer, her cümlem bir kurşun,
Ama sen artık dinlemiyorsun; varlığım sana yük, sözlerim boş bir gürültü.
İçimde bir tufan, senin sustuğun her saniye büyüyor,
Ve ben, yutkunurken kanayan dudaklarımın acısıyla baş başa kalıyorum.
Sen uzaklara bakıyorsun, gözlerinde soğuk bir ihanetin gölgesi,
Sanki içimdeki yangın, senin huzurunu bozacak bir suçmuş gibi.
Keşke korkmasak birbirimizi kaybetmekten,
Ama senin suskunluğun bir kılıç,
Ve her sessizlik, kalbime saplanan keskin bir bıçak gibi.
Her kaçışın, her ilgisiz bakışın, içimi paramparça ediyor,
Ve öfkem, sessizliğinin ardında saklanan zalim bir gölge gibi büyüyor.
Biliyorum, belki sertim, belki kırıcıyım,
Ama öfkem, seni kaybetme korkumun çığlığı.
Senin yokluğunda bile varlığın yük,
Ve her “dinlememek” eylemin, beni kendimden uzaklaştırıyor.
Artık susmak istemiyorum,
Artık korkmak istemiyorum,
Konuşmak istiyorum, bağırmak istiyorum,
Korkusuzca, öfkeyle, acımla…
Ama sen…
Sen yokken, kalbim bir savaş alanı,
Her atışta parçalanıyor, her nefeste kanıyor.
Ve ben, kırık kelimelerimle,
Paramparça bir sessizlik içinde,
Sana ulaşamamanın öfkesiyle yanıyorum.
Artık yeter…
Suskunluğunla beni öldürme!
Varsa bir kırıntı sevgi, çıkar da göster kendini,
Yoksa gideceğim, içimdeki son öfkeyle,
Ve senin sessizliğinle birlikte
Kendimi yok edeceğim…