Romanya'ya Uzanan
Gölge
O ilk hafta cehennemi yaşadım. Seher'in yokluğu, İdlib'in füzeleri gibi patlıyordu içimde. Evin her
köşesi onu haykırıyordu. Kahve fincanındaki kurumuş dudak izi, koltukta unutulmuş yeşil hırkası,
dolapta asılı, hâlâ katlanmamış mor eşarbı, duvarda duran saati… Hepsi bana ihanet ediyordu.
Sanki zaman onunla durmuştu. Her sabah gözlerim şiş uyanıyordum. Mislina'nın o masum sesi,
"Anne neden ağlıyorsun?" diye sorması içimi parçalıyordu. Ona gerçeği tam olarak
anlatamamanın acısı, boğazımda bir yumruydu.
Beşinci gün, Seher'in eşyalarını toplamaya çalıştım. Elime o mor eşarbı alır almaz, sanki yıllar
öncesinin taze kokusu burnuma dolmuşçasına yere çöktüm. O günlerde ne kadar da
mutluyduk… Mislina yanıma oturdu, küçük elleriyle saçlarımı okşadı: "Baba, anne melek oldu
değil mi?" Gözlerindeki anlayış, beni hem teselli ediyor hem de daha derinden yaralıyordu.
Yalnızlığın Pençesi ve Yeni Bir Yolculuk
Seher'in kaybından bu yana üç koca yıl geçmişti. Mislina büyüyor, her geçen gün annesinin
zümrüt gözlerini daha net taşıyordu. Onun gülüşü, Seher'den geriye kalan en değerli mirasimdi.
Ama İstanbul, benim için artık bir anılar mezarlığıydı. Her sokak başında bir anı, her vapur
iskelesinde bekleyiş vardı. Seher'le son kez Galata Köprüsü'nde balık ekmek yemiştik, o mor
eşarbıyla rüzgâra meydan okurken… Hatıralar birer hortlak gibi peşimi bırakmıyordu.
Yalnızlık, kapkara bir pelerin gibi beni sarmıştı. Gece gündüz onunla konuşuyordum, içimde
sessiz çığlıklarla. Rasim Abi haklıydı; "Aklınla hareket et!" demişti. Aklım, bu şehirde Seher'siz
yaşamanın imkansızlığını haykırıyordu. Yeni bir sayfa açmalıydık. Ama nereye?
İşte tam bu bunalım anlarında bir teklif geldi. Bükreş’teki köklü bir eğitim kurumundan; Arapça
dil bilgim ve Ortadoğu kültürü üzerindeki uzmanlığımdan faydalanmak istiyorlardı. Bu, benim için
bir çıkış kapısıydı. Yeni bir başlangıç, Seher'in gölgesinden bir süreliğine de olsa uzaklaşma
şansı. Romanya… Orada Seher'le hiçbir anımız yoktu. Bomboş, tertemiz bir sayfa.
Pasaportları çıkarttım. Kararım kesindi.
Valizdeki Hatıralar ve Bükreş'e Varış
Valizleri toplarken, Seher'in bana hediye ettiği, artık paslanmış ama benim için paha biçilmez
olan teneke bilekliği Mislina'nın narin bileğine taktım. "Bu, annenin sana emaneti kızım. O, her
zaman bizimle," diye fısıldadım. Mislina'nın çantasına ise Seher'in en sevdiği o yeşil hırkasını
ve üniversite kütüphanesinin enkazında bulduğumuz, üzerinde "الموت خوف من أكثر أحبك) "Ölüm
korkusundan çok seviyorum seni) yazan, yanmış kitap sayfasını koydum. "Anne de gelecek
mi?" diye sordu. "Kalbiyle hep bizimle olacak," diyebildim sadece, boğazım düğümlenerek.
Atatürk Havalimanı'nda son kez arkamıza baktık. İstanbul, Seher'imi alıkoymuştu. Uçağın
camından bulutlara bakarken Mislina yorgunluktan uyudu. Ben ise gözyaşlarımı içime akıttım.
Her sokağında onunla nefes aldığım bir şehirden kopuyorduk.
Bükreş'te İlk Sabah. Yeni evimiz küçük ama aydınlıktı. Pencereden dışarıya ilk kar taneleri
düşüyordu. Mislina pencereye koştu, parmaklarını cama bastırdı: "Baba, anne melekler buralara
da kar yağdırır mı?"
İşte o an anladım; Seher gitti ama sevgisi, Mislina'nın her sorusunda, her gülüşünde, o teneke
bileklikte, o yeşil hırkada, her kar tanesinde yaşayacak. Romanya'da yeni bir hayat kuracaktık.Acımızı değil, Seher'den kalan o paha biçilmez sevgiyi taşıyarak...
"Gidiyoruz Seher'im... Seni bırakmadan gidiyoruz. Çünkü sen artık her yerde, özellikle
kalbimizdesin..."