Biz doğduk Füsun,
Öyle ulu orta, birden bire doğduk.
Düşmedik üstüne bu doğumun, düşünmedik.
Oysa bir başkasını geçtim artık annem dahi doğuramaz beni bir daha,
O bağa bağlanamam yeniden, bağlamaz bizi kopartıp attıklarımız bir göbek deliğinden.
Kaldı ki değişmez ve dönüşmez bir yazı var üzerimde, silinmiyor da.
Sayfanın ne zaman değişeceği dahi bilinmiyor Füsun.
Günleri tamamladıkça anlıyorum, takvim inceldikçe büyüdüğümü.
Hani bir yazar, o büyük aşkı kitabın sonuna doğru yarım sayfada denk getirmek için öncesinde koca bir kitap yazar ya,
Öyleyiz işte,
O yarım sayfanın öncesindeki koca kitabın içindeyiz şimdilik,
Denk gelmedik henüz kendimize.
Ellerim,
Ellerime bak,
Ellerime,
Parmak uçlarımda iz,
Bu iz ki benzemez seninkine.
Bugününki yarınınkine,
Yüzümünki eliminkine,
Benzemez işte...
Yeni bir kolomb arıyor içimdeki durgun deniz bir kıta doğurmak için ansızın,
Bulamıyor da.
Bu yüzden bir elim yeni bir kıta çiziyor toprağına.
Bu yüzden ilk ben buluyorum yerleşkesini soluk benzinin
Bu yüzden kendimden çıktığım yol, dönmüyor bana.
Göz altlarımı yokluyor düşüncelerim, Tedirginliğinden yakalıyorlar ensemi,
Senin kırmızın var göğsünde, benim yağmurlu bir bulut.
Bu yüzden farkediyorlar bizi.
Şimdilerde karışık bir masanın telaşındayım,
Ayağı da sallanmıyor üstelik,
Sivri bir kesiciyle harfler kazınmış üzerine,
Füsun yazıyor bir köşesine, gördüm
Adını görebilmek dahi yaşam belirtisi sayılıyor burada,
Yaşamak ki bu, ölümü özletiyor bana.
Ben hiç bu kadar türketmemiştim beni.
Kaldı ki içimde bir yaşama temennisi, iyi dileklerini kabul ediyor ölülerin.
Büyük bir çerçeve bakalım diyorum seninle
Bir de güzel bir fotoğraf...
Kırmızını giy, kırmızını
Seni, ellerin bir dağın başını okşarken farketsinler.
Yahut kara tahtada merhamet öğretirken ellerime,
Biz doğduk Füsun.
Öyle ulu orta, birden bire doğduk.
Ama bir önemi yok bunun,
Sen kırmızını giyin.
Ben yağmurumu.