Giriş yap! Hesap oluştur!
Nedir?
Ara
Şifreni mi unuttun?
Sığınağın Soğuk Sabahı - Sözümoki
29 Ağustos 2019, Perşembe 01:10 · 754 Okunma

Sığınağın Soğuk Sabahı


Sığınağın Soğuk Sabahı
Dünya var olduğu günden beri sayısız savaş görmüştür, acılarla dolu sayısız destana tanıklık etmiştir. Lakin bu devirdeki gibi bir savaşa tarihte pek rastlayamazsınız. Eski çağlarda iki taraf da teçhizat ve asker bakımından birbirine yakındı; kimi zaman bir taraf diğerine sayıca veya güç olarak üstünlük sağlayabilirdi, ancak silahlar genellikle benzerdi: oklar, kılıçlar, mızraklar… Her iki taraf da bunlara rahatça ulaşabilir ve elde edebilirdi. Hatta kimi savaşlarda ahlâk kuralları hiçe sayılmamış, mertçe, yiğitçe savaşılırdı.
Şimdi ise bambaşka bir çağ… Bir tarafta gökyüzünü yırtan uçaklar, toprağı titreten tanklar, hedefe kilitlenen güdümlü füzeler, kimyasal silahların görünmez dehşeti… Diğer tarafta ise, basit silahlarla, yüreklerindeki imanla savaşmaya çalışan insanlar. En umulmadık zamanlarda, en savunmasız anlarda yapılan saldırılar, bu yeryüzünün gördüğü en acımasız, en adaletsiz savaştı.
Dünya gerçekten de kafire cennet, müslümana cehennemdi. Bütün medeni denilen ülkelerin ortak tavrı, “Müslümanlar ölebilir, bu gayet normaldir,” der gibiydi. Yabancı düşmanı bir nebze anlarsın, içten içe sana düşmandır. Peki; müslüman geçinen ülkelerin amacı neydi? İdlib'te kaldığım süre içerisinde, bu soru, ruhumu kemiren ve cevabını asla bulamadığım soruların başında geliyordu.
Hatıralar ve Bombalar
Serakib (سراقب), düz bir ova üzerine kurulmuş, yeşillikler içinde adeta bir vaha gibi parlayan tarihî bir şehirdi. M5 karayoluna olan yakınlığı nedeniyle herkesin hâkim olmak istediği bu stratejik belde, Seher'in doğup büyüdüğü, çocukluğunun geçtiği, her köşesinde bir anının saklı olduğu yerdi. Hep anlattığı, kopmak istemediği, savaş bitince buraya yerleşme hayali kurduğu yerdi… Ve şimdi, Mislina'mızla birlikte bu topraklara dönmüştük.
O gece Serakib'te, Seher'in ailesinin sıcak kucağında uykuya dalmıştık. Sabahın ilk saatlerinde, kulakları sağır eden, yeri göğü inleten bir sesle uyandık. Sanki dünya üzerimize yıkılıyordu. Varlığımın tek anlamı olan Mislina'yı refleksle kucağıma alıp minicik kulaklarını kapatmaya çalışırken, Seher bize sımsıkı sarılmış, dudaklarından dualar dökülüyordu. Evin camları zangırdıyor, duvarlar sallanıyordu. Ses azalınca korka korka pencereden dışarı baktım: Ortalık kalın bir toz bulutuyla kaplıydı. Havada en az 20 helikopter vardı ve rastgele ateş ediyorlardı, sanki ölüm kusuyorlardı üzerimize. İlk hedef köyün camisiydi, minaresi havaya uçmuştu. "Allah'ım, buradan nasıl çıkacağız?" diye mırıldandım, sesim boğazıma düğümlenmişti.
Seher, o korku dolu anın içinde bile bir umut fısıltısıyla, "Mutfakta sığınak var!" diye bağırdı. Sığınağa doğru ilerlerken, Seher'in abisi Musa, zeytin ağaçlarının altına saklanmış, silah seslerinin kesilmesini bekliyordu. Bir fırsat kollayıp, o can havliyle bize ulaştı. Kırk dakika boyunca o soğuk, rutubetli sığınakta bekledik. Her dakika, bir ömür gibiydi. Dışarı çıktığımızda, her yerden feryatlar yükseliyor, insanlar acılarıyla, çaresizlikleriyle birbirine karışıyordu. Şansımız yaver gitmiş, kaldığımız yer doğrudan hedef alınmamıştı… Ama bu sadece bir teselliydi, etrafımız cehenneme dönmüştü.
Musa, "Açık hedef olacaksınız!" diyerek arabaya koşmamızı engelledi. Çaresizce beklerken Seher koluma sımsıkı tutunmuş, Mislina'yı kucağına, adeta ruhuna sıkıca basmıştı. İçimden dualar ediyordum, her kelimede yalvarış vardı: "Allah'ım, kudretin her şeye yeter. Eşimi ve çocuğumu bana bağışla, onlara zeval verme..." Mislina'nın çığlıkları, o minik, keskin çığlıklar kulağımda yankılanıyordu, içimi dağlıyordu. Ailemle ilk kez ölümle burun burunaydım, bu denli çıplak, bu denli korkutucu…
Kurtuluş Yolu
Bir saat sonra, telsizden yolların güvenli olduğu haberi geldi. Bu haber, sanki ruhlarımıza bir damla su serpmişti. Musa, bizi bilindik ana yollar yerine, bombalardan ve yıkımdan kaçmak için kullandığı tali yollardan İdlib'e götürdü. Her yerde siren sesleri yankılanıyor, sokaklar panik içindeki insanlarla doluydu. Kimi koşuyor, kimi kayıplarını arıyor, kimi sadece çaresizce bakıyordu. Seher başını yorgunlukla omzuma dayadı:
"Çocuğumu bunlara kurban etmeyeceğim. Gidelim, evimize dönelim..." Sesi kısık çıkıyordu ama kararlılığı tüm benliğini sarmıştı.
Babamı aradım. Telefonda sesi öfkeli, ama daha çok endişeliydi. "Ah oğlum, neden kafanızın dikine gidersiniz?" dedi. Haklıydı, biliyordum. Akşama kadar haber bekledik, her geçen dakika yeni bir işkenceydi. Sabah bahçede, Seher'in gözleri doldu. Başını önüme eğdi, mahcup bir sesle: "Başının etini yedim... Beni affet." Ellerini tuttum. "Savaşı sen çıkarmadın ki," dedim, onun omzundaki yükü hafifletmeye çalışarak. "Ben sizi kaybetmekten korkuyorum. Bu korku, her şeyi unutturuyor."
Türk Bayraklı Kurtarıcılar
İki saat sonra, uzaktan gelen bir sesle irkildik. Kapıda, umut veren, gurur veren Türk bayraklı askeri araçlar belirdi. Yüreğimde bir kıvılcım çaktı. Binbaşı rütbeli bir subay araçtan indi, dimdik duruyordu. "Muhammed Yılmaz hanginiz?" diye sordu. Gözlerim faltaşı gibi açıldı. Bu, babamın eski dostu Hasan Binbaşı'ydı. "Sizi almaya geldik," dedi. Şebeke çekmeyince babam ona ulaşmıştı, biliyordum. Bu ince düşünce, babamın bize olan sevgisinin bir göstergesiydi.
Bavulları hazırlarken, Seher'in babasıyla vedalaşmak en zordu. Gözleri yaşlıydı, sesi titriyordu. İkisi de gözyaşlarını tutamadı. Yaşlı adam, kızına sarılırken, kalbindeki tüm acıyla, "Hakkını helal et kızım," diye mırıldandı. O an, baba ve kız arasındaki o kopmaz bağ, gözlerimin önünde acı bir şekilde resmedildi.
Yolda Seher, Hasan Binbaşı'ya sordu: "Neden Esed'e saldırmıyorsunuz? Neden bu zulmü durdurmuyorsunuz?" Hasan Binbaşı, yorgun ama kararlı bir ifadeyle Seher'e baktı. "Müdahale etsek Avrupa devletleri üstümüze üşüşür. Her şey inceldiği yerden kopar kızım, ama zulüm kalınlaştığı yerden kopar. Bizim de elimizden gelen bu kadar. Ama unutma, buradaki her gözyaşı, her acı, bizim de yüreğimizi dağlar." Bu sözler, içimizdeki öfkeyi dindirmese de, acı gerçeği bir kez daha yüzümüze vurmuştu.
Sınıra vardığımızda, Hasan Binbaşı elimi sıkıca sıktı. Gözlerinde dostluğun ve görevin verdiği o eşsiz anlam vardı. "Babana çok selam söyle: Ödeştiğimizi söylersin !" dedi, hafifçe gülümseyerek. O an, bu zorlu yolculuğun sonunda bir nebze olsun rahatladığımı hissettim. Gaziantep'te arkadaşım İlyas bizi karşıladı. O gece, hem bedenen hem ruhen tükenmiş, ama mucizevi bir şekilde hayatta kalmıştık. Gözlerimi kapatırken, Mislina'nın nefesini dinledim. İdlib, hem can yakan hatıraların hem de tarifsiz bir aşkın vatanıydı.

  • Fatih Deniz
    Fatih Deniz Seni tebrik ederim.
    29 Ağustos 2019, Perşembe 08:58
  • Mehmet  Bazman
    Mehmet Bazman Teşekkür ederim
    29 Ağustos 2019, Perşembe 09:33
Yazarın diğer paylaşımları;
Sözümoki Mutlaka Bilinmesi Gerekenler
Benliğinden bir duygu çıkarma hakkın olsaydı, bunun hangi duygu olmasını isterdin? Neden o?
X

Daha iyi hizmet verebilmek için sistem içerisinde çerezler (cookies) kullanmaktayız. "Çerez Politikamız" sayfasından daha detaylı bilgilere erişebilirsin.

Anladım, daha iyisini yapmaya devam edin.