Aslı öğretmenim…
Siz gideli bir yıl oldu ama sanki dün gibi. Sanki daha dün kapıdan içeri girdiniz, gülümseyerek “Hadi bakalım çocuklar” dediniz… Sanki daha dün sınıfta beni azarladınız, kızdınız, sonra arkanızı dönüp içinizden gülümsediniz… Sanki daha dün ben yine yaramazlık yaptım, siz yine sabırla beni toparladınız…
Ama bir yıl geçti öğretmenim.
Ve ben o iki yılın her gününde, her anında, sınıfa girerken, koridorda yürürken, adımlarımı duyduğum her seste sizi aradım.
Gözüm hep kapıda kaldı.
Sanki içeri birazdan siz gireceksiniz…
“Sessiz olun!” diyeceksiniz…
Ya da bana bakıp “Şeyma yine ne yaptın?” diye soracaksınız…
Ama gelmediniz öğretmenim.
Gelmediniz…
Ve ben bunu kabul etmekte hâlâ zorlanıyorum.
Özlemek ne demek biliyor musunuz?
Bir insanın yokluğunu nefes gibi hissetmek.
Siz gidince sınıf boş kaldı, okul boş kaldı…
Ama en çok da benim içimde bir yer bomboş kaldı.
Sanki biri kalbimin tam ortasına bir oda açtı ve oraya sizin adınızı yazdı.
Ve o oda, siz gidince sessizleşti… Soğudu…
Ama ben o odadan hiç çıkamadım.
Ne zaman aklıma gelseniz ki çok geldiniz gözlerim doldu. “Keşke yine sınıfta olsam, keşke yine eski günlere dönsek…” dedim.
İnsan zaman geçtikçe acıları unutur derler ama ben sizi unutmadım.
Unutamadım.
Unutmak istemedim.
Çünkü siz, sadece bir öğretmen değildiniz…
Benim hayatımda bir izdiniz, bir nefes, bir yol gösteren ışık, bir anne şefkatiydiniz.
Bazen kızıyordunuz, bazen güldürüyordunuz, bazen beni azarlıyordunuz ama her defasında beni büyütüyordunuz.
Ben anlamıyordum o zaman…
“Niye bu kadar üstüme geliyor?” diyordum.
Ama şimdi büyüdükçe anlıyorum ki, o kızmalarınız bile bir sevgi biçimiydi.
Siz gidince bunu daha çok hissettim.
Sanki sınıftaki bütün sesler sustu.
Sanki okulun duvarları bile sizin yokluğunuzu hissetti.
Çünkü sessizlik en çok sizin gidişinizde ağır geldi.
Bazen düşünüyorum da…
Bir öğretmen bir öğrencinin hayatında bu kadar yer eder mi?
Edermiş.
Siz ettiniz.
Ben bunu geç de olsa anladım.
Bir yıl geçti ama ben hâlâ sizi arıyorum öğretmenim.
Adımlarınızı, sesinizi, bakışınızı, kızışınızı, tebessümünüzü…
Hâlâ arıyorum.
Bazen “Keşke geri gelse…” diyorum içimden.
“Keşke kapıdan girse, ‘Şeyma, yeter artık konuşma’ dese…”
“Keşke kulağımı yine o tatlı sertlikle çekse…”
Keşke…
O kadar çok ‘keşke’si var ki kalbimin…
Siz gideli bir yıl oldu ama ben hâlâ o sınıfta kaldım. Siz gidince büyülü bir şey de gitti içimden sanki. Hüzün var, özlem var, gözyaşı var…
Ama hepsinin en altında minnet var.
Sizi tanıdığım için…
Sizin öğrenciniz olduğum için…
Hayatıma dokunduğunuz için…
İnsan olmayı öğrettiğiniz için…
Ne kadar uzak olursanız olun, ne kadar süre geçerse geçsin…
Gönlümdeki yeriniz aynı kalacak öğretmenim.
Ben hep o yaramaz Şeyma’yım ama artık sizi daha iyi anlayan, sizi daha çok seven, sizi özledikçe ağlayan bir Şeyma’yım.
Siz gideli bir yıl oldu…
Ama kalbim hep sizinle dolu.
Hâlâ özlüyorum, hem de çok.