İntihar büyük günah olmasaydı
çoktan toprağa karışırdım,
ellerimle yıkar, kırardım her duvarı,
her nefesimi küfretmekle geçirirdim.
Gökyüzü mi? Alaycı bir katil gibi,
her yıldız bir tokat,
her ay bir hatırlatma:
“Yaşamak zorunda kalacaksın!”
Benim kanım, benim çığlığım
hiçbir önemi yok onların boş laflarında.
Karanlık, sadık bir hain gibi,
sustu ama hep yanımdaydı.
Gözlerimdeki boşluk
onun sessiz zaferi.
Günlerim gri, ağır, kireç gibi,
yutkunurken bile ciğerlerim yanıyor.
Her umut bir ihanet,
her sevinç bir yalan.
Ama intihar büyük günah…
Ve işte buradayım, zincirlenmiş,
her gün diri diri gömülmüş,
her gece kendi öfkemle boğulmuş.
İnsanlar “Sabret, geçer” der,
bilsinler ki geçmez,
acı, kan, hüsran
ruhumun ete kemiğe bürünmüş hali.
İçimde bir volkan,
patlamak için anı kolluyor,
ama duruyorum.
Günah…
Beni insan olmaya mahkûm ediyor,
oysa yıkılmak istiyorum, paramparça olmak,
ve dünyaya kahkaha atmak,
“Ben burada, siz boşsunuz!” diye.
Toprak mı? Evet, onu istiyorum.
Sessizce değil, isyanla,
acıyla, öfkeyle.
Ama dünya izin vermiyor,
ve ben hâlâ buradayım,
yıkık dökük, ama nefretle ayakta.
İntihar büyük günah olmasaydı,
çoktan yok olurdum.
Ama şimdi
her nefes bir çığlık,
her gün bir savaş,
her gece karanlığımda
kendimle dövüşmek zorundayım.
Ve eğer bir gün bu günah kaldırılırsa…
Toprak beni çağıracak,
ben de gideceğim,
ama gitmeden önce
dünyaya her hatırlatmayı bırakacağım:
“Ölümsüzlük, öfkenin kızgın külleriyle başlar!”