Acılarımızın , batan güneşle beraber çıkıp gittiği bir hayata sahibiz.
Galiba insanlığımız , acizlik ve unutkanlığımız sadece burada işimize yarıyor.
Hüzünlerin kalbimizi mesken edindiği ,
Hayatın üzerimize acı üstüne acı bina ettiğini düşünün...
Kalp dayanırmı artık yaşamaya
Nefes almak ister mi insanlar ,
yada ağaçlar oksijen üretebilir mi ,
onların ürettiği oksijen yeter mi insanlığın nefes darlığına..
Hayır ! hayat acı üstüne acı bina etmiyor üzerimize.
Önce bir tanesini yaşıyor unutuyoruz.
Sonra başka bir tane daha
Sonra ayrı bir acı , farklı bir kayıp yaşıyor gönlümüz.
Ama acı üstüne acı bina etmiyor ,
ezilmemizi istemiyor hayat..
Unutmak ne büyük nimet.
Hatırlamamak nasıl bir lütuf.
İnsan bir şeyi unuttuğu için sevinir mi ?
Sevinir mi yaşayıp hatırlamadıklarına ?
Acizliğimiz burada çok işimize yarıyor.
Sadece acıları unuttuğumuza seviniyoruz.
Hayatın bizi birden değil de yavaş yavaş yıprattığına şükrediyoruz.
Mesela saçlarımız sonradan beyazlamaya başlıyor ,
Mesela gözlerimizin altı en acı kayıplarımızda çukurlaşıyor ,
Kırışan ellerimiz, yüzümüzde belirginleşen çizgiler hayatın bize kademe kademe takdim ettiği hediyelerdir aslında.
Ya birden yaşansaydı tüm acılar ?
Ya gözünü açtığında kimse olmasaydı yanında ,
Ya aynada gördüğün kişiyi tanımasaydın ,
Siyah saçlarla uyuyup , beyaz saçlarınla karşılasaydın güneşi...
Varsayımlar üzere yürüttüğümüz binlerce acı tablo var .
Bunlar gerçek olabilir ,
Unutmak için hayattan vazgeçecek hâle gelebilirdik.
Hayat yavaş yavaş çalıyor bizi bizden ,
Birden sönmüyor gözlerimizin feri ,
Birden uzaklaşamıyoruz insanlardan...
Öyle işte...
Hayat bizi birden çürütüp , acıya kenetlemiyor.
Yavaş yavaş bitiyoruz.
İşte bu yüzden unutmak ne büyük nimet
Hatırlamamak nasıl bir lütuf..
15/05/2018