Bir ülke var şu an yangın yeri. Halbuki çok güzeldi bir zamanlar. Ormanlarında, çay yeşilinden tut, yosun yeşiline kadar binbir ton vardı. Denizleri desen bir kristal kadar berrak ve ışıl ışıldı. Turkuaz dönerdi cam göbeğine. Bazen ise gece mavisine.
Kuşları ayrı bir cıvıldardı güzel ülkemin. Kara haberi bile üzülerek verirdi gamlı baykuşları. Şimdi ise öyle mi! En acı haberler bile ne kadar kolay söylenir oldu. Kuş kadar beynin yok denilen kuşlardan daha beyinsiz yüzlerce boş kafa ile doldu her yer. Bir şey soruyorsun, anlamıyor. Dilini biliyor ama ne dediğini bilmiyor! Aynı topraktan değilsin ki! nasıl bilsin? Senin için değerli olan Türk bayrağındaki hilâl ve ay için nasıl duygulanabilsin?
Umarsız ve umursamaz topluma dönüşme hızımız korkunç. Bilinçli olanlar çok bilinçli, bilinçsizler çok bilinçsiz. Arası yok. İki taraflı ters akıntının birleştiği bir akarsuda gibiyiz. Çarpışıp duruyoruz. Akıl tutulmaları yaşıyoruz. Çeşit çeşit enteresanlığa ve adaletsizliklere alıştırılıyoruz. Orman yangınları, şehit haberleri. Üstüne birleşme partileri. Kocaman bir utanç ve kara leke var üzerimizde. Çamaşır suyu reklamındaki Ayşe teyzeler bile temizleyemez. Ama biri çıkar “o leke aslında beyaz der” ve herkes biat eder. Leke önemsizleşir. Biat etmeyenler, leke var diyenler, ise kelepçelenir. Dilleri bağlanır konuşmasınlar diye. Ütopya kadar güzel betimlenebilen ülkem, al işte oldu mu sana lanetli bir distopya ülkesi.
Ne yazık ki bilgisayar oyunlarındaki kurgusal karakterler gibi, biri bizi kurtarsın diye bekliyoruz. Dört taraftan kuşatıldık. Kaç canımız daha kaldı bilmiyoruz…