Tanıştıktan sonra Seher, İdlib sokaklarının gerçek yüzünü lensinden yansıttı bana. Zeytin ağaçlarının gölgesinde, toprak bir örtü üzerinde yaşam mücadelesi veren aileler... Annesiz babasız kalmış çocukların bomboş bakışları... Bombaların kopardığı küçük eller, minik ayaklar... Her kare, insanlığın utancını haykırıyordu. Sanki bir korku filminin değil, gerçek hayatın sahneleriydi bunlar. Oysa İdlib, Süryanicedeki îd (el) ve lib (kalp) kelimelerinden gelip "kalbin eli", "yüreğin canı", "mekânın ruhu" gibi anlamlara gelen, kadim medeniyetlere ev sahipliği yapmış bir şehirdi. Milattan önce üç bin yılından itibaren Ebla, Ablani, Arami, Asur, Hitit, Roman, Bizans ve farklı İslami dönemlerin izlerini taşıyan bu topraklar, bugün savaşın gölgesinde bir başka yüzünü gösteriyordu.
O an anladım: Yaşadığım hayat bir lükstü. Evimdeki sıcak yatak, buzdolabındaki dolu raflar, sokaktaki güvenliğim... Hepsi birer nimet dağıydı. "Elhamdülillah!" dedim, "Şükürler olsun sana Ya Rabb!" diye inledim yüreğim. Binlerce kez...
Ertesi gün, yüreğimdeki ateşle sordum:
"Bu insanlara gıda nasıl ulaştırabiliriz?"
Seher'in sesi hüzünle doluydu:
"Doğrudan ulaşım imkânsız... Yollar ölüm tuzaklarıyla dolu."
Umudumu kaybetmedim: "Para göndersem?"
"Hesabım yok ama yarın havalecide sorarım."
Bir gün sonra mesaj geldi:
"Çok riskli... Ama Türkiye sınırındaki amcam aracı olabilir!"
O an, sınırların insan yüreğinde nasıl eridiğini gördüm. İdlib, eskiden Antakya, Afamya, Halep, Afes ve Amik ovasından gelen ticaret kervanlarının kesiştiği stratejik bir konumdaydı. Miladi 1700'lerde Halep'e bağlı bir şehir olarak gelişmiş, büyük çarşısı, halk hamamı ve hanlarıyla öne çıkmıştı. 1890'da ise 14 cami ve 90 medrese ile gözle görülür bir medeni gelişime tanık olmuştu. Şimdi ise bu kadim yollar, yardımın ulaşamadığı ölüm tuzaklarına dönüşmüştü. Hemen bir miktar para gönderdim.
Ve mucize gerçekleşti:
Seher, üşenmedi; un, yağ, şeker taşıdı çadır çadır. Dağıttığı ailelerin listesini titizlikle hazırladı. Minik bedenlerin gülüşlerini, yaşlı gözlerdeki minneti videolarla belgeledi. Attığı mesaj yüreğime işledi:
"Gönderdiğin küçük meblağ, 20 ailenin bir aylık ekmeği oldu!"
İdlib, "Yeşil İdlib" olarak bilinen, 15 milyona ulaşan zeytin ağacı varlığıyla meşhur, verimli topraklara sahip bir şehirdi. Zeytin ve susamdan yağ üretimi, kimyon imalatı ve geleneksel el sanatlarıyla geçinen bu insanlar, şimdi bir aylık ekmek için dışarıdan gelen yardımlara muhtaçtı.
İşte o an gerçek paylaşmanın hazzını tattım. Daha önce verdiğim sadakalar, bu duygunun yanında soluk bir gölgeydi. Bu, yüreğin diğer yarısını bulması gibiydi...
Her sabah ise acı bir uyanış bekliyordu bizi:
Rus uçaklarının pazarları, su şebekelerini, okulları vurduğu videolar...
"Yine mi?" diye sorduğumda, Seher'in cevabı insanlık dersiydi:
"Bombalarlar... Biz de yeniden inşa ederiz. Elektrik direkleri diker, çarşıyı ayağa kaldırırız. Çünkü hayat devam etmeli!"
İdlib'in tarihi çarşıları, halk hamamları ve hanları, Memlük ve Osmanlı dönemlerinden kalma camileriyle dolu bu şehir, her şeye rağmen yıkılanı yeniden inşa etme azmiyle direniyordu.
Gördüm ki onlar;
Ölümün gölgesinde, yaşamın tohumlarını ekiyordu. Bu, İdlib'in sadece bir coğrafya değil, aynı zamanda "kalbin havası" yani "kalbi ve bedeni hayata döndüren şey" anlamına gelen isminin de bir yansımasıydı.
إدلبُ.. دُمُوعُ الْأَرْضِ
كَانَتْ بِهَاءَ الْوُرُودِ تُغَنّيكِ..
وَاليَوْمَ دَخَانُ الْحُرُوبِ يُعَانِقُكِ
أَيْنَ الْبَسَاتِينُ؟ أَيْنَ الْأَغَانِي؟
فِي كَفِّ قِسْوَةِ الزَّمَانِ تُهَانِينَ..
يَا قَلْبَ الشَّامِ، يَا دَمْعَةَ الْعَالَمِ..
كَمْ صَرَخَتْ فِيكِ جِرَاحُ الْأَيَّامِ!
لَكِنَّ فَجْرَ الْأَمَلِ لَا يَغِيبُ..
سَتَعُودُ زَهْرًا بَعْدَ هَذَا الْجَرِيحِ..
İdlib… Toprağın Gözyaşları
Güller seni şarkılarla süslerdi bir zaman..
Şimdi savaşın dumanı sarıyor seni!
Nerede bahçeler? Nerede türküler?
Zamanın acımasız pençesinde eziliyorsun..
Ey Şam'ın kalbi, ey dünyanın gözyaşı..
Günlerin yaraları nasıl da haykırdı sende!
Ama umudun şafağı sönmeyecek..
Yaralı bedeninden yeniden çiçek açacaksın!